26 Mart 2015 Perşembe
Home
»
»
İlmi Ledün Ne anlama gelir.
İlmi Ledün Ne anlama gelir.
Dini Kavramlarımızdan Olan ve Sık Sık Duyduğumuz Ledunni İlim (İlmi Ledün) Ne Demektir? İlmi Ledun (Ledünni İlim) Ne Anlama Gelmektedir? İlmi Ledün Kimlere Verilmiştir? Ledunni İlim Neleri Kapsar? Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Cenâb-ı Hak’tan üç türlü ilimi stemiştir: BİRİNCİSİ: (Beşer idrâkinin üzerinde olduğundan insanlara açıklanmamıştır. ) Kendisi ile Allâh -celle celâlühû- arasında mahfuzdur. Bu ilim, beşer idrâkinin üzerinde olduğundan insanlara açıklanmamıştır. Ancak nûr-i nübüvvet ile kavranabilir. Hurûf-i Mukattaa’nın yüklendiği mânâlar bu kabîldendir. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, tebliğine memur olduğu vahyin dışında kendisine husûsî olarak bildirilen her bilgiyi ashâbına nakletmemiştir. Rasûlullâh Efendimiz’in şu hadîs-i şerîfi, bu hakîkate işâret etmektedir: “Şâyet bildiklerimi bilseydiniz; az güler, çok ağlardınız.” (Buhârî, Küsûf, 2; Müslim, Salât, 112) Mevzuyla alâkalı diğer bir hadîs-i şerîfte de: “Benim Cenâb-ı Hak ile öyle anlarım olur ki, onlara ne bir mukarreb melek ne de herhangi bir peygamber vâkıf olamaz.” (Münâvî, Feyzü’l-Kadir, IV, 8) buyrulmaktadır. İKİNCİSİ: (Şerîat ilmi) Umûma âit olan şerîat ilmidir. Bütün insanlık âlemi, bu bilgilere îmân etmek ve onlarla amel etmekle mükelleftir. Şu âyet-i kerîme, bu nevî ilmi ifâde etmektedir: يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ وَإِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ “Ey Rasûl! Rabbinden sana inen vahiyleri tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan Rabbinin elçiliğini yerine getirmiş olmazsın!..” (el-Mâide, 67) ÜÇÜNCÜSÜ: (Ledünnî ilim) Bir kısım ehil zevâta verilmiştir. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bu ilmin ehli olmayan kimselere verilmesini yasaklamıştır. Bir defasında İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ-’ya: “Ey İbn-i Abbâs, insanlara akıllarının almayacağı bir söz söyleme. Zîrâ böyle yapman, fitneye düşmelerine sebep olur.” (Deylemî, Müsned, V, 359/8434) tavsiyesinde bulunmuştur. Bu sebeple Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-: “İnsanlara anladıkları şeyleri söyleyin, anlamadıklarını da bırakın. Siz, Allâh ve Rasûlü’nün yalanlanmasını ister misiniz?” (Buhârî, İlim, 49) buyurmuştur. Yine İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ-’dan gelen bir rivâyete göre ashâb-ı kirâm: “–Ey Allâh’ın Rasûlü! Sen’den duyduklarımızın hepsini haber verelim mi?” diye sordular. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “–Evet. Ancak bir topluluğa akıllarının almayacağı bir şeyi anlatmanız hâriç. Çünkü bu durum bâzılarının fitneye düşmelerine yol açar.” buyurdu. Bu hatırlatmadan sonra İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ- herhangi bir topluluğa bir husûsu îzâh ederken bâzı şeyleri kinâyeli olarak anlatırdı. (Ali el-Müttaki, Kenzu’l-Ummâl, X, 307/29537) Bu hususta Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- da şöyle buyuruyor: “Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den iki kap dolusu ilim aldım. Bunların birini açıkladım. Eğer diğerini açığa vursaydım, şu gırtlağım kesilirdi.” (Buhârî, İlim, 42) Ashâbın seçkinlerinin ehil olmayanlardan gizli tuttuğu bu ilim, anlayış ve idrâk ediş husûsunda fevkalâde bir kudret ile techîz edilmiş bulunan müstesnâ insanların kavrayabilecekleri gerçeklerdir. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-böyle gerçekleri ashâb-ı kirâmdan Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Ali gibi bâzı müstesnâ anlayışlı kimselere nakil ve ifâde buyurmuştur. Herkes, bundan kâbiliyeti ve istîdâdı kadar mes’ûldür. Kul, kendi selâmeti için bu istîdâdı inkişâf ettirmeye; zühd, takvâ ve ihsân duygusuna vâsıl olmaya, diğer bir tâbirle tasavvufu en güzel bir şekilde yaşamaya çalışmalıdır. Bu da ancak nefsin tezkiyesi, kalbin tasfiyesi ile mümkündür. Ferdin selâmeti, evvelâ şer’î gerçeklere ittibâ ile mümkündür. Tasavvufî gerçeklerle hemhâl olması ise, bu selâmetin yüksek bir seviyede, yâni vasıflı bir sûrette tahakkukunu sağlar. Şer’î gerçekler herkesi muhâtap aldığından rahmet-i ilâhiyye îcâbı mükellefiyetler asgarîde tutulmuş, umûmun en âciz fertlerinin tâkati ölçü olarak alınmıştır. Tasavvuf yolunda ilerleme ise, kâbiliyete göre olduğundan bu yolun önü açık tutulmuş, ehline “Fenâ fillâh”a ve hattâ “Bekâ billâh”a kadar ruhsat tanınmıştır. Meselâ bir kısım mallarda zekât kırkta bir olmakla birlikte Cenâb-ı Hak infâkın önünü açık tutmuş, mü’minin îsarda bulunarak kendi ihtiyâcı olan miktarı bile muhtaç kardeşine vermesini teşvik buyurmuştur. Dolayısıyla zekâtın fıkhî nisâbı kalbî bakımdan asgarî seviyeye göredir. Kalbî seviye yükseldikçe infâkın ölçüsü de artmaktadır. Bu itibarla tasavvufî ilim, mânevî eğitim sonucu ferdin istîdâdı nisbetinde ulaşılabilen Hak vergisi«ledünnî» bir ilimdir. Kur’ân-ı Kerîm’in birtakım âyet-i kerîmelerinde bu ilimden bahsedilmiş olması, bunun delîlidir. Allâh Teâlâ, kendisinden hakkıyla ittikâ eden, beşerî irâde ve arzularını ilâhî irâdeye râm edebilen kullarının kalblerine, akılların tartamadığı birçok lutuflarda bulunur. Nitekim yüce Rabbimiz, böyle muttakî kullarına husûsî bir ilim ve hikmet lutfettiğini Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle bildirmektedir: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تَتَّقُوا اللهَ يَجْعَلْ لَكُمْ فُرْقَاناً وَيُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ وَاللهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ “Ey îmân edenler! Eğer Allâh’tan ittikâ ederseniz, O, size bir furkan (iyi ile kötüyü ayırd edecek bir ilim, firâset ve anlayış) verir, günahlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allâh, büyük lutuf sâhibidir.” (el-Enfâl, 29) يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللهَ وَآمِنُوا بِرَسُولِهِ يُؤْتِكُمْ كِفْلَيْنِ مِنْ رَحْمَتِهِ وَيَجْعَلْ لَكُمْ نُوراً تَمْشُونَ بِهِ وَيَغْفِرْ لَكُمْ وَاللهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ “Ey îmân edenler! Allâh’tan sakının ve Peygamberi (Hazret-i Muhammed)’e îman edin ki Allâh size rahmetinden iki kat versin, size ışığında yürüyeceğiniz bir nûr lutfetsin ve sizi bağışlasın. Şüphesiz Allâh Gafûr (çok bağışlayan) ve Rahîm (çok merhamet eden)dir.” (el-Hadîd, 28) İmâm-ı Gazâlî ve Abdülkâdir-i Geylânî gibi zâtlar, önce zâhirî ilmin zirvesine ulaştılar. Lâkin bâzı gaybî inceliklere ve Allâh’a giden hassas, ince ve nâzenîn yola, kalbî derinlikleri sâyesinde ve çok sonra erişebildiler; Hak dostu oldular. Allâh -celle celâlühû-, umûma lutfetmediği bâzı sırları, kalbî derinlikleri nisbetinde onlara ve onlar gibi bâzı müstesnâ yaratılıştaki insanlara ihsân etti. Böyle olmasaydı, onların bilinen zirve şahsiyetleri ortaya çıkmazdı.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş – Kur’ân-ı Kerim Işığında Nebiler Silsilesi – 1
Related Posts:
Somuncu baba Hazretleri . "Hızır Dede Hazretleri¸ Somuncu Baba Hazretleri'nin talebesi¸ Hacı Bayram-ı Velî'nin halifesi¸ Üftade Hazretleri'nin mürşididir." Yalancı dünyay… Read More
İbrahim bin Edhem (k.s) Hazretleri. O padişahı iklimi azam, İbrahim-i ibni Edhem, Kaddesallahu ruhahul aziz müttekii cihan, sıddıkı zaman idi. Çok meşayih yüzün görüp Hz. Peygamber … Read More
Hz Şems ve Mevlâna Hz Mevlâna hayatının ilk döneminde mânâ bilimleri açılmadan evvel ilim, ahlâk, İslâmî ibadetlere saygı zerâfeti bakımından dört dörtlüktü. Maddî … Read More
Mirac’ı Nebi aleyhisselam. Meali: Noksan sıfatlardan münezzeh, kemal sıfatlarla muttasıf olan Zât-ı Ecelli â’lâ, en has kulu olan Habibini, gecenin küçük bir cüzünde, Mesci… Read More
Allah'ı unutan kimselerin sonu İç sıkıntısının mühim sebeblerinden biri dünyaya aşırı derecede muhabbet beslemek, dünya için sevinmek ve dünya için üzülmektir. Boş, lüzumsuz şe… Read More
0 comments :
Yorum Gönder