Soru: Tasavvufta Vahdet-i Vücûd İnancı
Şirk midir?
Cevap: Vahdeti Vucutun kelime anlamı
Varlığın Birliği anlamına gelmektedir. Bu inancı savunan felsefeciler bu
hususta yanılmaktalar. Aslında varlığın birliği fikri bir yanılmadır. Büyük
Mutasavvıf İkinci Binin Müceddidi İmam-ı Rabbani hazretlerine göre varlık
ikidir. Birincisi gerçek varlık Allahu tealanın varlığı, ikincisi ise mecazi
varlıklar olan yaratılmışların varlıklarıdır. Mecazi varlık olan
yaratılmışların varlığı her an Allahu tealanın varlığına muhtaçtırlar. O’nun El
Kayyûm isminin tecelisi ile her an varlıkta durabilmektedirler. Büyük
imam, İmam-ı Rabbani Müceddid-i Elf-i Sâni (k.s.) hazretleri, bu hususu şöyle
izah etmektedirler:
“Allahu Teala bu
alemi; mahlukatı, hayal ve his mertebesinde yarattı.”
Bu ifade çok derin bir manadır. Yani; bu alem, Allahu tealanın varlığına göre yok hükmündedir ama, Allahu tealanın kudreti ile yarattığı his ve hayal mertebesinde ki varlık alemide O’nun var kılması ile vardır… O sapık felsefeciler yaratıkların varlıklarını da, Yaratanın kadîm varlığı saymakla küfre girmiştirler. Hiç, yaratılanlarla Yaratan bir ve aynı olabilir mi? Elbette olamaz. Onun içindir ki, mahlukları yani alemi, ezeli ve ebedi sıfatla vasıflandırmak, çok çirkin ve küfre batıran bir yanılgıdır.
Bu ifade çok derin bir manadır. Yani; bu alem, Allahu tealanın varlığına göre yok hükmündedir ama, Allahu tealanın kudreti ile yarattığı his ve hayal mertebesinde ki varlık alemide O’nun var kılması ile vardır… O sapık felsefeciler yaratıkların varlıklarını da, Yaratanın kadîm varlığı saymakla küfre girmiştirler. Hiç, yaratılanlarla Yaratan bir ve aynı olabilir mi? Elbette olamaz. Onun içindir ki, mahlukları yani alemi, ezeli ve ebedi sıfatla vasıflandırmak, çok çirkin ve küfre batıran bir yanılgıdır.
İmamı Rabbani (kaddes Allahu sirrahul-akdes)hazretleri buyurdular ki:“Küçük alem(insan) ve büyük alem (insanın dışındaki yaratıklar), Allahu Tealanın isimlerinin ve sıfatlarının aynalarıdır. O’nun zatında bulunan şü’ûn(şe’nler, tecelliler) ve kemallerin görünüşleridir. Bu alemler kapalı bir hazine idi, bunları icmalden(toplu halden) tafsile(ayrıntılı hale) çıkarttı. Kendisine ve sıfatlarına alamet olacak şekilde yarattı. Alemin hiçbir parçasının Allahu teala ile hiçbir nisbeti yoktur. Yalnız O’nun yaratıklarıdır. İsimlerini şü’ûnlarını göstermektedir. Alemin Allahu teala ile birleşmiş olduğunu, O’nun benzeri olduğunu, alemi ihata etmiş olduğunu, aleme sirayet edip her zerreye girmiş olduğunu, her şeyle beraber olduğunu zan etmek, O’na olan sevginin tasavvufi sarhoşluğundandır. Halleri bunların üstünde olan veliler, Allahu tealanın hiçbir bakımdan bu aleme benzemediğini, bu alemin sadece O’nun yaratıkları olduklarını söylerler. Zat-ı ilahinin bu alemle hiç bir bağlılığı ve benzerliği yoktur. Varlık ikidir: Birisi hakikatta var olan Hak tealadır. İkincisi zıl, gölge gibi olan mahluklardır. ” (1.c.125. mktb.)
Vahdeti Vücutcular
iki kısma ayrılırlar:
Bunların birinci kısmı Hal ehli kimseler olup, bulundukları halden dolayı özürlü kimselerdir. Çünkü, İslam şeriatında bulüğa ermemiş kimselerle, aklî dengesi olmayanlar mükellef değildir. Bu meczublar cezbe halinden ayılıncaya kadar akılları örtülmüş Allah delileridir(aşıklarıdır). İkinci kısımda olan kimselere gelince bunlar sırf taklitçiler olup, küfürleri barizdir. Bir örnek: Şemsi Tebrizi hazretleri Makalat’ta şöyle zikrediyor :
-” İki mukallit birbirleri ile övünerek tartışıyorlardı. Ariflerin marifetlerinden bahsederlerken biri ötekine dedi ki:” Şu eşeğe binmiş adam tanrıdır.”Öteki ona :” Bana göre o adamın eşeği tanrıdır.” diyordu. Bu adamlar bu inanç ve görüşleri ile Cebriye bataklığına düşmüş kâfirlerdi.”
Bunların birinci kısmı Hal ehli kimseler olup, bulundukları halden dolayı özürlü kimselerdir. Çünkü, İslam şeriatında bulüğa ermemiş kimselerle, aklî dengesi olmayanlar mükellef değildir. Bu meczublar cezbe halinden ayılıncaya kadar akılları örtülmüş Allah delileridir(aşıklarıdır). İkinci kısımda olan kimselere gelince bunlar sırf taklitçiler olup, küfürleri barizdir. Bir örnek: Şemsi Tebrizi hazretleri Makalat’ta şöyle zikrediyor :
-” İki mukallit birbirleri ile övünerek tartışıyorlardı. Ariflerin marifetlerinden bahsederlerken biri ötekine dedi ki:” Şu eşeğe binmiş adam tanrıdır.”Öteki ona :” Bana göre o adamın eşeği tanrıdır.” diyordu. Bu adamlar bu inanç ve görüşleri ile Cebriye bataklığına düşmüş kâfirlerdi.”
İmam-ı
Rabbani Ahmed-i Faruki Müceddidi Elfisani(k.s.) hazretleri şöyle
buyurdular:
“Sakın tasavvufçuların boş sözlerine aldanmayınız! Hak olmayanı hak sanmayınız. Bu tasavvufçular şuursuz oldukları için özürlü sayılırlar. Yanılan müçtehidler gibi hesaba çekilmezlerse de , bunları taklid edenlere bilmem nasıl azab ederler… Keşke bunlara uyanları da, yanılan müçtehidlere uyanları affettikleri gibi affetselerdi!( yani; bunlara tövbe nasib olsa da , bu hallerine tövbe etseler.) Affetmezlerse durumları vahimdir.
Kıyas ve ictihat , şeriatın dört temelinden biridir. Buna uymakla emr olunduk, evliyanın keşif ve ilhamına değil. Tasvvufçuların bir çoğu keşif ve ilhamla anlaşılan bilgileri inandırmak için insanları zorluyorlar. Keşke inkâr etmemelerini tavsiye etselerdi. Bu bilgilere inanmak zaruri değil , fakat inkar etmektende sakınmalıdır. Ne kadar şaşılır ki, kendilerinin tasavvufçu olduğunu söyleyen bazı kimseler, ” Allah’ı bu dünyada görüyoruz .”demektedirler. Gördükleri bazı nurları, hiç bir şeye benzemeyen Allahu Teala’ya benzetiyorlar. “Tasavvuf yolunun sonu, bu nuru görmekle biter diyorlar.” Allahu Teala bu zalimlerin dedikleri şeyden münezzehtir.”
“Sakın tasavvufçuların boş sözlerine aldanmayınız! Hak olmayanı hak sanmayınız. Bu tasavvufçular şuursuz oldukları için özürlü sayılırlar. Yanılan müçtehidler gibi hesaba çekilmezlerse de , bunları taklid edenlere bilmem nasıl azab ederler… Keşke bunlara uyanları da, yanılan müçtehidlere uyanları affettikleri gibi affetselerdi!( yani; bunlara tövbe nasib olsa da , bu hallerine tövbe etseler.) Affetmezlerse durumları vahimdir.
Kıyas ve ictihat , şeriatın dört temelinden biridir. Buna uymakla emr olunduk, evliyanın keşif ve ilhamına değil. Tasvvufçuların bir çoğu keşif ve ilhamla anlaşılan bilgileri inandırmak için insanları zorluyorlar. Keşke inkâr etmemelerini tavsiye etselerdi. Bu bilgilere inanmak zaruri değil , fakat inkar etmektende sakınmalıdır. Ne kadar şaşılır ki, kendilerinin tasavvufçu olduğunu söyleyen bazı kimseler, ” Allah’ı bu dünyada görüyoruz .”demektedirler. Gördükleri bazı nurları, hiç bir şeye benzemeyen Allahu Teala’ya benzetiyorlar. “Tasavvuf yolunun sonu, bu nuru görmekle biter diyorlar.” Allahu Teala bu zalimlerin dedikleri şeyden münezzehtir.”
Burada Yüce İmam(k.s.) dinen
uyulması şart olan Edille-i Şer’iyeye vurgu yapmaktadır. Edille-i Şer’iye dörttür:
Kur’an, Sünnet, İcamai ümmet(Eshabın icması), Kıyas-ı fukahadır.
Bir başka mektubunda da “Nassa uyulmalı, Fussa değil” Yani Edille-i Şer’iyeye
uyulmalı, tasvvufçuların şeriata aykırı söz ve fiillerine değil.
Ahirette kurtuluşumuz buna bağlıdır.” diye uyarıda bulunmaktadır.
Güneş
balçıkla sıvanmaz. İmam-ı Rabbani Müceddid-i Elfisani hazretleri
Rasulullah’ın “Sıla”(Birleştirici) ünvanı ile ümmetine müjdelediği kimsedir.
O’nun eserlerini tam olarak okuyup anlamadan, İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretlerini,
sekre girmiş meczub Vahdeti Vücutçular ve taklitçi sahte Vahdeti
Vücutçularla karıştıran, kötü maksatlı art niyetli, mezhebsiz,
reformcu zalimlere Allahu teala hidayet ihsan etsin.
Gerçek Vahdeti Vücutçular, haramlardan sakınarak, farz vacip ve sünnet
ibadetlerle birlikte zikir, rabıta ve sohbetler sonucunda gönül gözleri
açılır ve kalbleri İlahi nurlarla dolar. Güneşin ışığı dünyayı kaplayınca
yıldızların gözden kaybolması gibi, bu kimselerinde kalbleri ilahi nurlarla dolunca
her eşyada tecelli eden İlahi nurlardan başka bir şey göremez olurlar. Bu
durumda olan veliler, o İlahi nurların üstün zevklerinden sarhoş olunca, “Hem ost” derler. Yani” Her
şey O’dur” derler. Bu ve bunun gibi sözleri ayık olan biri
taklidle, veya bilinçli olarak söylerse, küfürleri kaçınılmazdır. Bu
meczublar Allahu Teala lutfederde sekrden sahva geçtiklerinde, bu
sözlerine tövbe ederler. Muhyiddin-i Arabi hazretleri bu velilerdendir. Sahva
yani ayıklık halıne geçildiğinde ise ” Hem ez
ost ” derler.
Yani, “Herşey O’dandır”
derler. Buna da “Vahdeti şuhut” denilir ki İmam-ı Rabbani
hazretleri de bu velilerin önde gelenlerindendir. Vahdet-i Şuhut hali: Kalb
İlahi nurları her eşyada temaşa etmeye başladığında kalbin, her tecelliyi
Allahu tealadan bilmesi durumuna denir. Yani: ”Görülen ,
işitilen ve hissedilen her şey Allahu tealadandır. Yani O’nun isimlerinin
tecellisi ve kudreti ile oluşmaktadır.” anlamına gelen “Hem ez ost” inancına
sahib bulunan velilerin bu ahvallerine Vahdet-i Şuhut denir.
Sekre
girmeden, İlahi nurların üstün zevkleri bunların akıllarını örtmeden, ”Herşey O’dur” diyen Vahdet-i
Vücütcular ma’zur değillerdir. Bu kimseler o inançlara tövbe etmezlerse imansız
ölmelerinden korkulur. Bu kimseler tecellilere ”O’dur”
demekle, Allah’ın mahluklarını, alemlerin Rabbi Allah
(c.c.) olarak addetmiş bulunuyorlar… Bu kimselere göre; en aşağı
mahluktan al da, en ulvi mahluka kadar hepsine: ” O’ndandır”
demeleri yerine, “O’dur” demeleri sebebi ile, inandıkları halde imansız
olmaktalar.. Allah(c.c.) buyurdu ki: “Kulhu vallâhu eHad(1), Allahus-samed(2), Lem
yelid ve lem yûled (3), “Ve lem yekun lehû kufuven eHad.(4)”
Mealen:
”De ki O Allah, Zatında ve sıfatlarında bölünmeyen ve parçalanmayan tektir.(1), Allah Samedtir. Her şey O’na muhtaç, O ise hiç bir şeye muhtaç değildir.(2), O doğurmamış ve doğrulmamıştır.
Mealen:
”De ki O Allah, Zatında ve sıfatlarında bölünmeyen ve parçalanmayan tektir.(1), Allah Samedtir. Her şey O’na muhtaç, O ise hiç bir şeye muhtaç değildir.(2), O doğurmamış ve doğrulmamıştır.
(3) Ve hiçbir mahluk
O’na denk, olmadı ve olamaz da.
(4)” (İhlas
Suresi)
0 comments :
Yorum Gönder