24 Nisan 2015 Cuma

Evliyanın Makamları


Ey kardeşim, bilmiş ol ki, evliyanın dört makamı vardır. Bunlar: a- Hilâfet-i nübüvvet, b- Hilâfet-i risâlet, c- Hilâfet-i ülü'l-azm, d- Hilâfet-i ülü'l-ıstıfadır.

Birinci makam âlimlere, ikincisi velîlere, üçüncüsü evtâda, (Ricâlullahtan bir gruba verilen isim) dördüncüsü kutublara (Birçok müslümanın kendisine bağlandığı evliyâullahtan zamanın en büyük mürşidi) aittir. Velîler içinde nebîlerin, resullerin, ülü'l-azm ve ülü'l-ıstıfaların makamına geçenler vardır. Velîler iki gruptur:
1-Maslahat-ı diniyede tasarruf ve velayet sahibi olanlar.
2- Bilkuvve velayet tasarrufu olmayıp, velayetin tasarrufundan hâsıl olan tasarrufa sahip olanlar. Eğer, "Velayet tasarrufu olmayan kimse nasıl velî olabilir?" denilirse, cevaben deriz ki: Onun Allah Teâlâ'nın bütün işlerini üstlendiği kimse anlamında velî olması mümkündür. Bu velî gerçek velîdir. O ancak Hak Teâlâ ile duyar, görür ve konuşur. O mahbûbiyet âlemindedir. Buna işaretle, 

"...Ben sevdiğim kulumun kulağı ve gözü olurum..."

buyurulmuştur. Böyle bir velînin halka mürebbi olması uygun değildir. Çünkü o, Hakk'a teslim olmuş ve ihtiyarı elinden alınmış, yani kendi isteğiyle hareket edemeyen bir kimsedir. İhtiyarı elinden alınan kimsenin başkalarına mürebbi olması uygun olmaz. Zira bir kimsenin başkalarında tasarruf edebilmesi için önce kendi nefsinde tasarruf edebilmesi gerekir. Bu velî Allah aşkıyla meczub olduğundan başkası üzerinde tasarrufa yetkili değildir. 

Dinimizde ve uygulamada da ; bu böyle olup ancak kendi nefsi üzerinde velayeti sabit olan kişinin başkasına velayeti muteberdir. Akıl baliğ olmayan çocuğun kendine velâyeti olmadığı için başkası üzerine de velayeti olamaz. Hakk'a teslim olmuş olan bu meczub velî, ; çocuk mesabesindedir. O, sevgililer sevgilisi Allah Teâlâ'nın terbiyesi altındadır ve rubûbiyyetin ikramı olan sütü emmektedir. Nitekim bir haberde Allah Teâlâ'nın şöyle buyurduğu bildirilmiştir, "Onlar çocuk gibidirler; onları irademizin terbiyesi altına aldık. Bizim ikramımız olan sütle beslenmektedirler." Diğer gruba dahil olan velîye gelince, onun halka mürebbi olması uygundur. Çünkü o kendisine velayet hakkı tanınan, ergin kişi mesabesindedir. Kendi nefsi üzerine velayeti sabit |olan kimsenin başkaları üzerine de velayeti vardır. Dinimizde de bu böyledir. Nitekim şeriatta caiz olan bir şey hakikatte de caizdir. Şeriat ile hakikati birbirinden ayırmak küfür ve zındıklıktır. Mahbûbiyyet makamında olan meczub velînin misali, çölde gözü kapalı yürüyen bir kimseye benzer ki o, ayak basacak yeri ve nereye gittiğini bilmez. Yol bitip istediği yere erince, ona nerelerden geçip geldiğini soracak olsalar, bu hususta sadra şifa olacak bir şey bilmediğini söyler. Çölde gözü kapalı yürüyen kişinin başkasına kılavuz olması nasıl doğru olmazsa, meczub velînin de âhiret yolculuğunda başkalarına rehberlik etmesi doğru değildir. Çölü gözleri açık bir şekilde aşan ve çöl yolunu, oradaki duraklan, oranın iniş çıkışlarını karış karış bilen kimsenin öncü olması nasıl daha uygun olursa, marifet yolunu gözleri açık yürüyen kişinin de âhirete giden yolda rehberlik etmesi hikmete daha uygundur. 

Kalplerin kâşifi "lâ ilahe illallah", ruhların kâşifi "Allah", sırların kâşifi "hüve"dir. Çünkü "lâ ilahe illallah" kalplere, "Allah" ruhlara, "hüve" sırlara kuvvet ve mıknatıstır. Kalp, ruh ve sır bir kutuya saklanmış sedefteki inci gibidirler. Veya evde kafes içinde olan kuşa benzerler. Kutu ve ev kalp mesabesindedirler.

Sedef ve kafes ruha, inci ile kuş sırra benzerler. Eve varmadıkça kafese, kafese varmadıkça kuşa ulaşamayacağın gibi kalbe ulaşmadıkça ruha, ruha ulaşmadıkça sırra eremezsin. Öyleyse sen eve ulaştığında kalpler âlemine, kafese vardığın zaman ruhlar âlemine, kuşa kavuştuğun zaman sırlar âlemine ermişsin demektir. O halde sen kalbinin kapısını "lâ ilahe illallah" anahtarıyla, ruhunun kapısını "Allah" anahtarıyla, sırrının kapısını "hüve" anahtarıyla aç. Sır kuşunun yaşaması için "hüve" demeye devam et. Çünkü bu lafız bu kuşun gücünü artırır. Ey kardeşim, bilmiş ol ki, kalbin eve, ruhun kafese, sırrın kuşa benzetilmesi mecazi bir teşbihtir. Zira birtakım ulvî hakikatler teşbih yoluyla idrake yaklaştırılır. Kalpler âleminden yürümeden ruhlar âlemine, ruhlar âleminden geçmeden sırlar âlemine varmak mümkün değildir. Sırlar âlemi ruhlar âleminden, ruhlar âlemi de kalpler âleminden büyük olup bunlar iç içe geçmiş üç daireye benzer. En büyük daire sırlar âlemini, orta daire ruhlar âlemini, küçük daire kalpler âlemini oluşturur. Kalpler âleminin ruhlar âleminden daha küçük olması, onun gayb ve şehâdet âlemlerine ruhlar âleminden daha yakın oluşundandır. Ruhlar âleminin sırlar âleminden daha küçük oluşu ise onun âlem-i eşbaha (maddî varlıklar ve bedenler âlemi) daha yakın oluşu sebebiyledir. Çünkü âlem-i eşbah sıkıntı, zahmet ve meşakkat yeridir. Öyleyse gayb ve şehâdet âlemlerine yakın olan her şey küçülmekte, sırlar âlemine yaklaşan her şey büyümektedir. Allah için itiraf et kardeşim, şu semada bir yıldızın, şu deryada bir damla suyun var mı? Elbette yok! Buna mukabil azgın nefsin ve beşerî enâniyetin var. Dışın bile, elini cebinden çıkarsan görünmeyecek kadar kapkara. Ey dost, nefis âleminden kalp âlemine, beşeriyet âleminden ruh âlemine, tabiat âleminden sır âlemine çık. Vücudun karanlıklarından sıyrıl. İşte o zaman gözlerin görmediğini görür, kulakların duymadığını duyar ve, 

"Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için hazırlanan şeyleri hiç kimse bilemez" (Secde 32/17)

âyetinin sırrına mazhar olursun. Tabiat, beşeriyet ve nefis âlemleri, âlem-i adl (kâfirler) için çok derin bir çukurdur. Kalp, ruh ve sır âlemleri ise âlem-i fazl (müminler) için kat kat yükselen derecelerdir. Nefs âlemi âsilerin, beşeriyet âlemi kâfirlerin, tabiat âlemi de münafıkların derekesidir. Nitekim âyette, 

"Şüphesiz münafıklar cehennemin en aşağı katındadırlar" (Nisa 4/145)


buyurulmuştur. Kalp âlemi Hakk'a mürid olanların, ruh âlemi sıddîkların, sır âlemi ise iradesinden soyunmuş, Allah'a yönelmiş olan müridin mi'racıdır. Sen bunu şu şekilde de söyleyebilirsin. Kalp âlemi yolun başında olanların, ruh âlemi yolun yarısını biraz geçmiş olanların, sır âlemi son noktaya varanların mi'racıdır. Bir diğer ifadeyle kalp âlemi tövbekarların, ruh âlemi Allah'ı sevenlerin, sır âlemi ariflerin mi'racıdır. Ey kardeşim nefis, tabiat ve beşeriyetin çukurundan çıkmadıkça, ulvî âlemlere ulaşamaz, Hak Teâlâ'ya kavuşamazsın.

İMAM GAZZALÎ - TEVHİD RİSALESİ

Related Posts:

  • Tasavvufta Melamilik anlayışı Melamet anlayışı ve kökeni Melamiliğin kökeni, Tasavvufun ‘Horasan Ekolüne’ uzanır. İlk kez orada görülmektedir. Hicri III. asırda Nişabur, fütüv… Read More
  • Yasin Suresi’nin Sırları Hazreti Ali (k.v.) şöyle demiştir: "Her kim Yasin suresini bir kağıda (misk ve safranla) yazar (ve yazılar kağıttan silininceye kadar s… Read More
  • Hz.Mevlana Aşk Sözleri Sen böyle güzelken bana söz düşmez. Bakma böyle yazılar yazdığıma, ben aslında Oku! Emrine amade seni okuyorum sevgili. (Hz. Mevlâna) Sevgi şifad… Read More
  • İnsanın Yaratılış Gayesi Bugün neden yaratıldığımızı, varlığımızın sebebini sorguluyalım istedim. Kendi varlığımızla birlikte kainattaki tüm varlıklar üzerinde düşünelim… Read More
  • Sıratı Müstakim İstikamet; doğruluk, dürüstlük, her işte itidal/denge üzere olmak; adalet ve doğruluktan ayrılmamak, yasaklardan sakınmak,  İslam’ın doğru yo… Read More

0 comments :