Veysel Karanî (Üveys el-Karânî) Hazretleri, İslamiyet’in
doğuş döneminde dünyaya gelmiş ve Müslümanlığı kabul ederek kendini zühd
hayatına adamış büyük bir velî idi. Alemlerin Efendisi’ne (A.S.) iman etmesine
rağmen, O’nu zahir gözüyle görememiş, ama O’nun tarafından terbiye ve irşad
edilmişti. Böylece “Üveysîlik” denilen meşrebin de ilki olmuştu. Bir
mürşide ihtiyaç duymadan bizzat Hz. Rasulullah’ın (A.S.) inayet kucağında
vasıtasız terbiye gören velilere Üveysî denilmiştir.
Veysel Karanî (Rh.A.), her ne kadar Hz. Peygamber’i zahir
gözüyle görememişse de, sahabeyi görmüş ve böylece tabiînden olmuştur. O,
yüksek derecede yaşadığı zühd ve inziva hayatıyla İslâm tasavvuf tarihinde
sufilerin öncülerinden biri, hatta birincisi sayılmıştır. Ve yine O, hakkında anlatılan
menkıbelerle şairlere ilham kaynağı olmuş, Anadolu halkı da onu tarihî
şahsiyetinden ziyade, bu menkıbevî şahsiyetiyle tanıyarak bağrına basmıştır.
Rasulullah’ın Övgüsüne Mazhar İdi
Kainatın Efendisi (A.S.), “Veysel Karanî Sahabeye güzel bir şekilde
tabi olanların (tabiînin) en hayırlısıdır” buyurmuş ve rivayete göre zaman
zaman yüzünü Yemen tarafına çevirerek, “Rahman’ın nefesini Yemen tarafında
buluyorum” demiştir.
Yine Allah Rasulü (A.S.) buyurmuştur ki: “Ümmetimin içinde öyle
bir er vardır ki, kıyamet günü, Râbia ve Mudar kabilelerinin koyunlarındaki kıl
sayısı kadar kimseye şefaat edecektir.” (Râbia ve Mudar kabileleri Arabların
içinde en çok koyuna sahib olan kabilelerdi.) Sahabeler, “Bu zat kimdir Ya
Rasulallah?” dediklerinde buyurdu ki: “Allah’ın kullarından bir kul.” “Biz de
Allah’ın kullarıyız, onun ismi ne?” dediler. “Veysel!” “Nerede oturur?”
“Karen’de.” “Seni görmüş müdür?” “Zahir gözüyle hayır.” “Acaip! Hem sana bu
kadar âşık olsun, hem de koşup huzuruna ve hizmetine gelmesin.” “Bunun iki
sebebi var: Biri içinde bulunduğu durum, ikincisi dinine olan saygısı. Zira
iman sahibi âmâ bir annesi var; eli ayağı tutmuyor. Veysel gündüzleri çobanlık
yapıyor, aldığı ücreti kendisinin ve annesinin masraflarına harcıyor.” Hz.
Ebubekir; “Biz onu görebilecek miyiz?” diye sordu. Hz. Peygamber; “Sen onu
göremiyeceksin.” dedikten sonra ilave etti: “Ama Ömer ile Ali görecekler. O
kıllı bir adamdır. Sol yanında ve sağ elinin ayasında bir dirhem miktarında bir
beyazlık var, ama baras hastalığı değil bu. Onunla görüştüğünüz zaman selâmımı
kendisine ulaştırın ve ümmetime dua etmesini söyleyin.”
Hırka-i Şerif’le Bereketlendi
Nakledilir ki, Rasulullah’ın (A.S.) vefatı yaklaşınca,
- “Ya Rasulallah hırkanı kime verelim?” diye sordular.
- “Veysel Karanî’ye.” buyurdu. Hz. Peygamber’in vefatından sonra
Ömer ve Ali (R.A.) Kûfe’ye geldiklerinde, Ömer (R.A.) hutbe esnasında yüzünü
Necd halkına doğru çevirerek,
- “Ey Necdililer! Ayağa kalkınız” dedi. Onlar da ayağa
kalktılar. “Aranızda Karen’den bir kimse var mıdır? diye sordu. “Evet var”
dediler. Ve aralarından seçtikleri bir kaç kişiyi Ömer’in huzuruna gönderdiler.
Hz. Ömer onlara Veysel’den haber sordu. Onu tanımıyoruz, dediler. Bunun üzerine
“Bu dini tebliğ eden (Hz. Peygamber A.S.) bana haber vermiştir. Ve O, asla boş
söz söylemez. Gerçekten onu bilmiyor musunuz?” dedi. O vakit içlerinden biri,
- “O, müminlerin emirinin soruşturmayacağı kadar hakir bir
kişidir, ahmak bir serseridir, halktan ayrılarak yalnız yaşamaktadır” dedi. Hz.
Ömer,
- “Şimdi o nerededir? Çünkü bizim aradığımız odur.” dedi. Şöyle
dediler:
- “Urene vadisindedir. Akşama kadar deve güdüyor, elde ettiği
ücretle de ekmek alıyor. İnsanların arasına karışmaz, kimse ile sohbet etmez,
halkın yediğini yemez, gam ve neşe nedir bilmez, halk ağlayınca da, o güler.”
Sonra Hz. Ömer ile Hz. Ali (R.A.) oradan vadiye gittiler. Onu
namazda buldular. Develerini otlatsın diye Hak Tealâ bir melek
vazifelendirmişti. Veysel insan geldiğini hissedince namazını kısa kesti.
Namazı bitirip selam verince, Hz. Ömer ayağa kalktı, selam verdi, o da selamını
aldı. Hz. Ömer, “Adın nedir?” “Veysel!” dedi. “Sağ elini göster” dedi. O da
gösterdi. Hz. Ömer, Peygamber’in bahsettiği nişanı gördü, derhal öptü ve “Allah
Rasulü sana selam gönderdi. Ümmetine dua etmeni söyledi” dedi. Veysel, “Dua
etmeye sen daha ziyade layıksın. Zira yeryüzünde senden aziz bir kimse yoktur.”
dedi. Hz. Ömer, “Bu işi ben de yapıyorum ama Rasul’ün vasiyetini yerine getir.”
dedi. Veysel, “Ya Ömer! Dikkatle bak, aradığın zat başkası olmasın.” dedi.
Ömer, “Peygamber senin nişanını vermiştir.” dedi. Veysel, “O halde Peygamber’ın
hırkasını bana veriniz ki dua edeyim, dilekte bulunayım.” dedi.
Hırka Hürmetine
Sonra da onlardan uzakça bir yere gidip bir köşeye çekildi,
hırkayı bıraktı, yüzünü yerin üzerine koydu ve “İlahî, bütün ümmet-i Muhammed’i
bana bağışlamadığın sürece şu hırkayı giymeyeceğim. Peygamberin bu işi buraya
havale etmiştir. Rasul, Ömerü’l-Faruk ve Aliyyü’l-Murtaza kendi üzerlerine
düşen işi yapmışlardır. Ya Rabbi şimdi iş sana kalmıştır.” diye naz makamında
niyazda bulundu. “Şu kadarını sana bağışlamış bulunuyorum hırkayı giy” diye
hafiften bir ses geldi ama o, “hepsini isterim” dedi. Böyle diyor ve böyle
sesler işitiyordu. Derken Hz. Ömer ve Ali, “Veysel’in yanına varalım ne
yaptığını görelim” dediler. Veysel bunların geldiklerini görünce bir ah çekerek
“Niçin geldiniz? Gelmemiş olsaydınız bütün Muhammed ümmetini Allah benim için
bağışlamadıkça hırkayı giymeyecektim.” dedi.
Sonra Veysel hırkayı giydi ve “Şu hırkanın yüzü suyu hürmetine
Muhammed ümmetinden Râbia ve Mudar kabilelerindeki koyun sürülerinde mevcud
olan tüyler adedince kimse bağışlanmıştır.” dedi.
Hz. Ali susmuş oturuyordu. Hz. Ömer, Peygamber’i (A.S.)
sağlığında görmek için niçin gelmediğini sordu. Veysel ağzını açıp olmayan
dişlerini gösterdikten sonra, “O’nu suret olarak görmek nasib olmadı. Lakin Hz.
Peygamber’in Uhud’da kırılan bir dişine bedel, ağzımdaki bütün dişleri söktüm.
Böylece ona muvafakat eyledim. Zira muvafakat dindendir.” dedi. Bu dokunaklı
cevap ikisinin de içini sızlattı. Hz. Ömer kendisine para vermek istedi. Fakat
o, koynundan iki dirhem çıkararak, “Bu paraları harcayacak kadar yaşayacağıma
bir teminat verebilir misin?” diyerek kabul etmedi. Sonra da, “Zahmet ettiniz,
şimdi geri dönünüz, zira kıyamet yakındır. Bir daha, ancak dönüşü mümkün
olmayan o günde karşılaşırız. Ben şimdi kıyamet yolunun azığını hazırlamakla
meşgulüm.” dedi.
Karenliler bu olaydan sonra Veysel’in hakiki hüviyetini
tanıyınca, ona son derece hürmet ve itibar etmeye başladılar. O ise bunu
istemiyordu. Bunun için oradan kaçıp Kûfe’ye yerleşti. Ömrünün sonunda
Müminlerin Emiri Ali’nin huzuruna geldi. O’na tabi olarak Sıffîn’de şehid olana
kadar savaştı. Şanla yaşadı, saadetle öldü.
0 comments :
Yorum Gönder