8 Ağustos 2015 Cumartesi

Hızır ve Musa ( a.s ) kıssası.


Kur'an'da Hızır ve Musa hikâyesiyle şöyle anlatılmaktadır.

Musa, Hızır'a kendisiyle birlikte olma arzusunu bildirince, Hızır: Sen benim yaptıklarımı anlayamaz, işime karışırsın diyerek bu arzuya karşı çıkar. Ama, Musa karışmayacağına dair söz verince, birlikte yola düşerler. Önce fakir bir adamın kayığına binip karşıya geçerlerken, yolun sonuna doğru Hızır kayığı deler. Daha sonra yaşlı bir karı kocanın küçük oğullarını öldürür, daha sonra da gittikleri bir beldede, istedikleri halde yiyecek alamamalarına rağmen, orada yıkılmakta olan bir binanın duvarını sağlamlaştırır. Bunların her birinde Musa, sebebini sormaya kalkar, ama Hızır anlaşmalarını hatırlatınca sorusunu geri alır. Sonunda Hızır birlikteliğin devam edemeyeceğini söyleyip, yaptıklarının gerekçesini şöyle anlatır: Bu deldiğim gemi fakir insanlarındı. Gideceğimiz limandaki hükümdar, limana gelen sağlam gemilere el koyup, delik ve çürük olanlara dokunmuyordu. Bu sebeple deldim ki, o fakirlerin gemisine de el koymasın. Öldürdüğüm çocuğun ana ve babası salih insanlardı. Ama, çocuk büyüyünce ana ve babasına asi olup, onları çok üzecekti. Onları, o sıkıntılardan kurtarmak için çocuğu öldürdüm, Bize ekmek vermeyen o köydeki duvara gelince: O yıkılmak üzere olan duvarın altında bir hazine vardı ve o hazine o evdeki iki yetim çocuğa aitti. Eğer tamir etmeseydim duvar yıkılacak, hazine meydana çıkacak, paylaşılacak ve çocuklara bir şey kalmayacaktı. Şimdi, çocuklar büyüyünceye kadar duvar ayakta duracak ve çocuklar rüştünü ispat edince yıkılacak. Sonuçta da hazine o çocukların olacak Âfaki olarak bu şekilde anlatılan olayların bir de: Biz âyetlerimizi enfüste ve âfakta gösteririz ki onların Hakk olduğunu açıkça görüp anlayabilesiniz <41-53> hükmünce enfüsî izahı vardır ki, ona göre de: Bahsedilen gemi insanın nefsidir. Eğer insan onu kendisi delmez veya mürşidine deldirmezse, nefs-i emmare denen hükümdar ona el koyup, insanı mahrum bırakacak ve kendi istediğini yaptıracaktır. Öldürülen çocuk, insanın kendi nefsinin yarattığı asi düşüncelerin mahsulü olan çocuktur. İnsanın içindeki ikinci çocuk ise: Veled-i kalp dediğimiz ilahi çocuktur. Veled-i kalp insanı hidayete götürürken, diğeri şekavete sürüklemeye çalışır. Bu iki çocuk insanın vücud-u kisbîsinin, yahut vücud-u müktesebesinin yarattığı çocuklardır. Mürşit olan Hızır, bunlardan kötü olanını öldürmüştür. Burada bahsedilen veled-i kalp, kişinin kendi mahsulüdür ve fikren oluşur. Fikren oluşan bu kalıtımsal çocuk, o kişinin, mürşidince aşılandıktan ve aşısı tuttuktan sonra, huylarının güzelleşmesiyle ortaya çıkan hünerli çocuktur. Duvarın altındaki hazineye gelince: O, Allah'ın hikmet hazinesidir ve insan sinn-i rüşte ermeden, yani irşada memur duruma gelmeden verilmez. Hazine-i ilahi öyle herkese teslim edilen bir şey değildir. Rıza Tevfik'in: Darı değildir hocam, cami avlusuna saçamam dediği, Hikmet müminin kaybolmuş hazinesidir, onu nerede bulursanız alın denen hazine budur. Bunu alın demek; irşada memur birini bulun ve onun irşadıyla sinn-i rüşte erin ki, siz de başkalarına takdim edebilesiniz demektir. Zaten dünya da, dünya malı da, kâinat da bir toplanıp, bir dağılmadan ibarettir. Baba toplar, oğlu yer, oğlan toplar, onun çocukları yer. Onun için dünya bir toplanıp, bir dağılma; bir varlık, bir yokluk âlemidir. İnsan hayatı bile bir nefes alıp bir nefes vermeden ibaret değil midir?.. Onun için, insan olmak gerçekten zordur. Herkesin, mürşitlerin bile daima çalışması gerekir. Bu olmuş, bu ermiş veya Ben erdim demenin anlamı yoktur. Önemli olan olmak değil, ölmektir. Var olan Allah'tır. İnsan için önemli olansa, içinde Allah olan bir varlığın kendisine ihsan edilmesidir. Ancak o zaman O'na yaklaşılabilir.o Amaç birliğe ulaşmak olduğu için, farklı kişiliklere sahip olan insanlar camilerde toplanır ve imama uyarlar. Bu yaptıkları zahiri bir tevhittir. Bir mürşide bağlananlarsa, terakki ettikçe kötülüklerden sıyrılıp, ef'al, sıfât ve zat mertebelerine geldiklerinde kendileri ölmüş ve geriye Allah'tan başka bir varlıkları kalmamış olduğu için, gerçek tevhide ulaşmış olurlar. o Tevhide iki yolla ulaşılabilir. Bu yollardan biri kurb-u feraiz, diğeri kurb-u nevafildir. Kurb-u feraiz Hakk'ın kula yaklaşması, diğeriyse kulun Hakk'a yaklaşmasıdır. Bunları evvelce de anlatmıştık. Hakk'ın kula yaklaşması: Dilediğini yapar <85-16> hükmünce olur ve bunda kâfir veya mümin ayırımı yapılamaz. O, bildiğini yapar. Kurb-u nevafil, yani kulun Allah'a yaklaşmasıysa, kulda bir aşk, bir kaynama ile başlar. Allah da bu durumu bildiği için: Bana bir karış yaklaşan kimseye ben bir arşın yaklaşırım,bana bir arşın yaklaşan kimseye ben bir kulaç yaklaşırım, bana yürüyerek gelene ben koşarak gelirim demektedir. Bu nedenle insan müteessir olmamalıdır. Kişiye nasip olmuşsa, o kimse gemiye veya kervandaki devesine biner ve kaptan, ya da kervancı onu gideceği yere ulaştırır.

2 comments :

Eyyup KÜÇÜKASLAN dedi ki...

Bu kıssayı bizimle paylaştığın için teşekkür ederiz Allah'a emanet olun .Allah samimi müslümanların yardımcısı olsun .

http://zamehran.blogspot.com/ dedi ki...

Teşekkürler efendim, Allah c.c sizlerinde yardımcısı olsun.