11 Şubat 2017 Cumartesi

Allahu ekber.

Ben ve benden önceki peygamberler, “subhânallâhi, velhamdulillâhi ve lâ ilâhe illallâhu, vallâhu ekber”den daha üstün bir tesbihte (tespitte) bulunmadık. [Ramûzul ehadis: 4636]
Her taraftan nâ’ra-i Allâhu ekberdir gelen…
Kendi azametini, sevdikleriyle her buluşmasında, her rükün başında “Allahu Ekber” diyerek yücelten Allah’a şükürler olsun, “Seni hakkıyla bilmekten, sana hakkıyla şükretmekten aciziz” buyuran es-sahib, el-mütemmim ve el-insan olana, ayna olduğundan lâyık oldğu üzre, şânına lâyık bir selâm olsun.
Büyük Allâh’ı anarken bir ağızdan herkes
Nice bin dalgalı tek.bir oluyor tek bir ses

– Allahuekber ne güzel feth-i kelâm eylediniz can dedem.
– Aman dikkat et ayaklar kaymasın, “Allahuekber” yalan olmasın
– İnsan bu dedem: “Nefsi küçük ammâ hakkı ekber…”
– Nefsini küçük bilmeyen “Allahu ekberi” bilebilir mi, Allah’ı en büyük bilebilir mi?
– Yalan değil hakikaten söyledik
– Bir de söylediğimizin hakikatini bilsek. Mesela namaza dururken hem namaz esnasında, Allahu Ekber (Allah her şeyden büyüktür) diyorsun ya… Eğer senin kalbinde, Allah’tan başka bir ilah varsa yalan olur!
– Başka ilah mı? sümme haşa, hiç olur mu öyle şey!
– Sen bil, bilme… kendisine güvenip bağlandığın her şey, senin ilahındır, mabudundur. Kendisinden korktuğun ve kendisine ümit beslediğin her şey, senin putundur, taptığındır. Kendinde, zahirde ve batında, afakta ve enfüste, Allah’tan başka birşey bulduğun müddetçe, senin kalbin için kurtuluş yoktur duvara dönüp Allah’a bin yıl secde etsen dahi didar yüzü göremezsin.
Ebû Hamid Dostanî, abdest alır namaza durur; Allâhuekber der vecde gelir aşk galebe çalar, namazı tamamlayamadan bayılırmış. Bu hal birkaç defa tekerrür etmiş, nihayet ayık yakaladıkları bir gün sırrını fâş eylemiş: Bir niyazımda Rabbimle konuşurken dedim ki “Yâ Rabbi, hangi namazım sana daha yakındır? gönlüme doğdu ki: “O namaz ki, içinde benden başkasının kalmadığı, kılanın içinde kaybolduğudur!” Böylesi bir namaz için ayağa kalktım, âlemleri yaratan rabbimin huzurunda bulunuyorum, Allâhuekber deyip baş parmaklarımı kulak memelerine “Kulaklarını aç, ağzından çıkanı duy, manasını anla” niyetiyle değdirirken O’nun sonsuz azameti, benim de sonsuz aczimi düşününce eriyiveriyorum…
– Korktuk şimdi efendim; her namazda, öncesinde ezanda, sonrasında tesbihatta der dururuz ya ne demektir “Allahu ekber” nârası…
– O başkalarından büyükmüş! Hayret doğrusu! O’ndan başka varlık var mı ki O’ndan büyük olsun!
الله أكبر
الله Allah’ı zaten biliyoruz (nasıl biliyorsak hakkıyla!) “Her şeyin yaratıcısı olan tek ve mutlak varlık, diğer varlıkların zarûrî kaynağı ve gerçek sebebi” manasında biliyoruz. ﺍﻛﺒﺮ sıfatı kiber “büyük olmak”tan ekber çok büyük, en büyük değil mi?
– “Allah en büyüktür” sözünün mânası anlayan pek azdır.
– O’nu başkasından büyük zannetmişler…
– Tanrı uludur… hâşâ lillâh, Allah’tan başka varlık yoktur ki O, ondan büyük olsun. Var görünen başkalarının varlık zanları, tâbi olduğu Zâtın vechinden gelmektedir. O halde mevcut olan yalnız O’nun vechidir. [28:88] Allah’ın, kendi vechinden büyük olması da muhaldir. Fakat (ekber = en büyük) denmesinin hikmeti, buradan bakılınca, şu olsa gerektir:
Allah, kendisine izafet ve mukayese manasıyla ekber (en büyük) denilmesinden daha büyüktür. Gerek nebi, gerek melek olsun, O’ndan başkasının O’nun azametinin, kibriyasının, büyüklüğünün künhünü, aslını ve hakikatini anlamasından, Allah daha büyüktür. Allah’ı tam mânasıyla ancak kendisi bilir. Çünkü her bilinen şey, bilenin kudret ve tasarrufu altındadır. Bu ise el-muhît, el-alîm olan Cenab-ı Kibriya’ya aykırıdır.
Bu hakikat kapısında: “Sübhaneke ma arafnake hakka marifetike ya Maruf!” (Seni tenzih ederiz, seni layık olduğun şekilde bilemedik) hitab-ı ulvisinden daha kudsi bir eda ile itiraf-ı acz olamaz. İbn Sina’nın: “Nemutu ve leyse lena hasıl siva ilmina ennehu ma ulime” (O’nun bilinemeyeceğini bilmekten başka hiçbir şey elde edemeden ölürüz) beyti her hakîmin düstûrudur.
Allâhû ekber demek; Allâh “büyüktür” ya da “en büyüktür” gibi bir mânâya gelmez. Çünkü hakkıyla bilinemeyen Allâh, “büyüklük” kavramından da münezzehtir, büyük lafından da büyüktür. Allâh’ın, misli, dengi, benzeri, gayrısı yoktur ki, “ondan büyüklüğü” bahis konusu edilsin! “Ekber” kelimesini, “Allâh” ismi yanında gördüğümüz zaman asla bir başkasıyla kıyaslama yapamayız. Hem zaten O’nun daha büyük olduğu, ikinci bir varlıktan söz etmek mümkün değildir. “Allâhû Ekber” kelimesindeki hafsalalar ötesi azamet ve kibriyâsını fark edenler “sonsuz, sınırsız olması sebebiyle, tüm varlıkta kendinden başka bir vücûd sahibi olması mümkün olmayan büyüklük, bir şeyden büyük değil “büyüklük” sahibi olarak” okumuşlar tekbiri.
Vakit temâm olup da bu güneşten bir hüzme düşmüşse cana, tesbihin tanelerinde, vaktin namazlarında çağırdığımız her “Allahuekber” kendine şâhid olsun ki O’nun şanını tazim, azametini tekbir niyetiyle ne denli uğraşsak da (nihayetinde bir insan olarak) O’nun zâtı bu yüceltmeden de yücedir, bu büyükleme sözünden de büyüktür! Akla gelen, dile düşen, çoğalttığımız her tekbirle “hayretimizi, aczimizi idrâk” ikrâm olunuverirse, işte o zaman içten içe biraz daha O’nun aşkın(el-müteal) büyüklüğünde kaybolur, bir nefes daha ekber olan aslımıza yaklaşırız.

Ey rengimin, halimin aslı; ey yükümdeki şeker; ey şeker yükümden de tatlı ve güzel dostum! Ey güzeller güzeli ay; ey ay yüzlü sevgili! Yüzünü gösterdikçe bizim komşumuz idin! Şimdi evi birleştirdik; komşuluktan çıktık, aynı evde oturuyoruz! Sen, şimdi bir padişah gibi saldırışa geç, hücum et de, içerde senden başka ne varsa hepsi yok olup gitsin; “Allahuekber!” sırrı bende zuhûr etsin!

0 comments :