Allah-u
Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Her şeyden
haberdar olan Allah gibi sana hiç kimse haber veremez.” (Fâtır: 14)
Sana
hakikatı bildirecek olan, herşeyden kemaliyle haberdar olan zât-ı kibriyâ’dır,
diğer haber verenler değil.
Allah-u
Teâlâ veli kullarını bize tarif ediyor ve Hadis-i kudsî’de buyuruyor ki:
“Kulun
benimle meşgul olması, en fazla önem verdiği şey olursa, onun arzu ve lezzetini
zikrimde kılarım. Arzu ve lezzetini zikrimde kılarsam da o bana âşık olur, ben
de ona âşık olurum. O bana, ben ona âşık olunca da, onunla aramdaki perdeyi
kaldırırım. Bu hâli onun umumî hâli kılarım. İnsanlar yanıldığı zaman o
yanılmaz. Böylelerinin sözleri peygamberlerin sözleri gibidir. Gerçek
kahramanlar onlardır.
Onlar öyle
kimselerdir ki yer ehline bir cezâ ve azab vermek istediğim zaman onları
hatırlarım da azabdan vazgeçerim.” (Ebû Nuaym, Hilye)
Bu mevzuyu
güzel takip edebilmeniz için üç Hadis-i şerif’i birleştireceğiz.
Resulullah
-sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:
“Ümmetimin
âlimleri benî İsrail’in Peygamberleri gibidir.”
“Allah-u
Teâlâ bu ümmete, her yüz yıl başında dinini yenileyecek bir müceddid gönderir.”
(Ebu Dâvud)
Bunlar yüz
senede bir, vazifeli olarak gönderilmiş olanlardır.
Resul-i
Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir diğer Hadis-i şerif’inde
buyururlar ki:
“Âlimler
peygamberlerin varisleridir.” (Buharî)
Hadis-i
kudsî’de geçen “Böylelerinin sözleri peygamberlerin sözleri gibidir, gerçek
kahramanlar onlardır.” beyanını bu üç Hadis-i şerif ile izah etmiş olduk.
Nübüvvetin
üstünde hiç bir rütbe olmayacağına göre, bu rütbeye vâris olmaktan daha büyük
şeref tasavvur edilemez.
Hiç bir
peygamberin ümmeti vâris-i enbiyâ mertebesine nâil olamamıştır. Bu vazife ancak
Ümmet-i Muhammed’e tevdi ve ihsan buyurulmuştur.
Bunlar öyle
kimseler ki bütün işleri Allah içindir. Hiç bir kimseden hiç bir ücret, hiç bir
menfaat beklemezler. Her şeyleri liveçhillahtır, Hazret-i Allah’a dayanır.
Vâris-i
enbiyâ kimdir?
Allah-u
Teâlâ kimi sevip seçmişse, kimi kendisine çekmişse, emanetini kime vermişse,
Resulullah Aleyhisselâm’ın nûrunu kime takmışsa, işte onlar Peygamber
vârisidirler.
Onların
muallimi bizzat Hazret-i Allah’tır.
Âyet-i
kerime’de:
“Allah’tan
korkar, takvâ sahibi olursanız mualliminiz Allah olur” buyuruluyor. (Bakara:
282)
Muallimleri
Hazret-i Allah olduğu için ilimleri kesbî değildir, yani herhangi bir hocadan
medreseden tahsil etmezler. Onların ilimleri vehbîdir, doğrudan doğruya
Hazret-i Allah ve Resulullah Aleyhisselâm’dan gelir. Yani halka muhtaç
değildirler.
Resulullah
-sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu ilmi tarif ediyor ve Hadis-i
şerif’lerinde buyuruyor ki:
“Öyle
ilimler vardır ki, gizlenmiş mücevherat gibidir. Onu ancak Ârif billâh olanlar
bilirler. Bu ilimden konuştukları vakit, Allah’tan gafil olan kimseler
anlamazlar.
Binâenaleyh
Allah-u Teâlâ’nın kendi fazlından ilim ihsan ettiği âlimleri sakın tahkir edip
küçük görmeyin. Çünkü Azîz ve Celîl olan Allah onlara o ilmi verirken tahkir
etmemişti.” (Erbaîn)
Kur’an-ı
kerim’de beyan buyurulduğuna göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-
Efendimiz için de müşrikler böyle söylediler. “Peygamberlik filân filân
kimselere verilseydi?” dediler. (Bakınız, Zuhruf: 31)
Yani Allah-u
Teâlâ’nın takdir ve taksimine rızâ göstermediler. Neden? Çünkü nefis putu
“Ben!” diyor, başka kimseyi dinlemiyor, o bir puttur.
Onların
vâris-i nebi oldukları nasıl bilinir?
Hiç kimseden
hiç bir tahsil görmediği halde en doğrusunu bilirler.
Allah-u
Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Eğer
bilmiyorsanız dini müşküllerinizi ehl-i zikirden sual ediniz.” (Nahl: 43)
Ehl-i
zikirden murad evliyaullah hazeratıdır.
Bir Âyet-i
kerime’de de şöyle buyuruluyor:
“İnsana
bilmediklerini O talim eyledi.” (Alâk: 5)
Hiç kimseden
çekinmeden hakikatı söyler. Neden? Vazifedar olduğu için. Mühim olan emr-i
ilâhîdir, mahlûkun hiç hükmü yoktur.
Âyet-i
kerime’de:
“Ey iman
edenler! Eğer siz Allah’tan korkar, takvâ sahibi olursanız, O size iyi ile
kötüyü ayırt edecek bir marifet bir nûr verir.” buyuruluyor. (Enfâl: 29)
Kendilerine
ihsan ve ikram edilen o lütuf ve o nur sebebiyledir ki, Allah-u Teâlâ’nın
bildirdiği kadar bütün hakikatları bilirler, hiç kimseden çekinmeden hakikatı
söylerler.
Ve Allah-u
Teâlâ Âyet-i kerime’sinde onları şöyle tarif eder:
“Hiç bir
kınayıcının kınamasından korkmazlar.” (Mâide: 54)
Resul-i
Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de Hadis-i şerif’lerinde
buyururlar ki:
“Allah-u
Teâlâ bu ümmete, her yüzyıl başında dinini yenileyecek bir müceddid gönderir.”
(Ebu Dâvud)
Dünya
bozulmaya yüz tuttuğu, fitne ve fesadın arttığı bir zamanda Allah-u Teâlâ
sevdiği ve seçtiği bu kullarından birini gönderir, o ifsadı kaldırır.
Hele bu
zamanda, her gün bir bölücü, her gün bir fitne türüyor.
Bu
gönderilme hususunu size şöyle arzedelim. İsâ Aleyhisselâm Antakya halkını
Tevhid’e davet etmek için Havari’lerinden iki kişiyi göndermişti. Oranın halkı
karşı çıkınca arkalarından bir Havarî daha gönderdi.
Hazret-i
Allah bu hadiseyi Kuran-ı kerim’inde şöyle haber veriyor:
“O zaman
kendilerine iki elçi göndermiştik de onları yalanlamışlardı.”
“Biz de bir
üçüncü ile onları takviye edip desteklemiştik.”
“Gerçekten
biz size gönderildik demişlerdi.” (Yâsin: 14)
Dikkat
edilirse onları görünüşte İsâ Aleyhisselâm gönderdi, fakat Hazret-i Allah “Biz
gönderdik.” buyuruyor. “Biz gönderdik.” buyurulması, İsâ Aleyhisselâm
tarafından gönderilmeleri de Allah-u Teâlâ’nın emriyle olduğundan dolayı olmuş
oluyor.
Binaenaleyh
bu gönderilenler Hazret-i Allah’ın emrini tebliğ ediyorsa, halkın onlara itaat
etmesi gerekiyor. Gönderilmiş olduğu için.
Onlara isyan
eden, gönderene isyan etti demektir. Ahirette de bundan ötürü muhasebeye
çekileceği şüphesizdir. “Ey kulum! Benim ahkâmım sana duyurulmadı mı? Benim
ahkâmıma mı iman ettin, yoksa imamına mı iman ettin?”
İmama iman
edenler, iman ettikleri imamın orada peşinde olup cehennemi boylayacaklar.
Çünkü Allah-u Teâlâ’nın hükmünü hiçe saydılar.
Âyet-i
kerime’de:
“İnsan
sınıflarından her birini biz o gün imamlarıyla beraber çağıracağız.”
buyuruluyor. (İsrâ: 71)
Resulullah
-sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Bedir’de Cebrail Aleyhisselâm’ın
tavsiyesi üzerine yerden bir avuç kum alarak müşriklerin üzerine attı. Bu atış
onların hezimetine vesile oldu.
Âyet-i
kerime’sinde Allah-u Teâlâ buyuruyor ki:
“Onları siz
öldürmediniz, fakat Allah öldürdü. Resulüm! Sen atmadın Allah attı.” (Enfâl:
17)
Görünüşte
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz attı, fakat Hazret-i Allah
“Ben attım” buyuruyor.
Âyet-i
kerime’de şöyle buyuruluyor:
“De ki: Ey
mülkün sahibi Allah! Sen mülkü kime dilersen ona verirsin. Kimden dilersen
ondan alırsın. Kime dilersen ona izzet verirsin, yükseltirsin. Kime dilersen
ona zillet verirsin, alçaltırsın. Hayır senin elindedir. Sen her şeye
kadirsin.” (Âl-i imran: 26)
Fâil-i
mutlak olan Hazret-i Allah fiillerini icra eder, sahnede başkası görünür.
Cenâb-ı
Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin “Sehm-i nübüvvet” ve
“Sehm-i velâyet”inden nasip alanlar Hakk iledirler ve Hakk’tan bahsederler.
Allah-u
Teâlâ Âyet-i kerime’sinde onları şöyle tarif ediyor:
“Yarattıklarımızdan
öyle bir topluluk da vardır ki, onlar Hakk’a iletirler ve Hakk ile hüküm
verirler.” (Araf: 181)
Onların ilmi
vehbîdir, Hazret-i Allah ve Resulullah Aleyhisselâm’dan gelir. Nasibdar
olanlara nasiplerini vererek; şeriat, tarikat, hakikat ve marifet yolları ile
Hazret-i Allah ve Resulü’ne ulaştırmaya çalışırlar.
Kendilerinin
değersiz olduklarını bilirler, zira bütün değerler Allah-u Teâlâ’ya aittir.
Hükümsüz
olduklarını görürler, zira hüküm de Allah-u Teâlâ’ya aittir.
Bunu
onlardan başka kimse bilmez. Herkes varlık satmaya çalışır. Fakat O Hazret-i
Allah’ta fâni olduğu için, Hazret-i Allah’ı görür, kendisinde hiç bir şey
görmez.
Âyet-i
kerime’de şöyle buyuruluyor:
“O’nun ilmi
dışında bir yaprak dahi düşmez.” (En’am: 59)
Hazret-i
Allah öyle bir Allah’tır ki bütün mahlûkat bir araya gelse bir tek yaprağı
yaratamazlar.
Eğer
Hazret-i Allah’ı bulamıyorsan, iyice düşün, burada bul! Zira bütün kâinat bir
tek yaprağın karşısında âciz kalıyor. O ise öyle bir Allah! Hazret-i Allah’ı
güzel düşünürseniz, varlığını her zerrede hissedebilirsiniz.
Âyet-i
kerime’sinde buyurur ki:
“Allah’ın
izni olmadan hiç bir kimsenin iman etmesi mümkün değildir.” (Yunus: 100)
Hazret-i
Allah dilemezse hiç kimsenin kalbine imanı düşürmez. O, hidayeti bulan
kimseleri hidayete erdirmekte, dalâlete düşürdüğü kimseleri de dalâlette
bırakmakta âdil olandır.
“Onlar o
kimselerdir ki, Allah imanı kalplerine yazmıştır.” (Mücadele: 22)
Âyet-i
kerime’sinde beyan buyurduğu üzere kimin kalbine imanı yazarsa, o iman
sebebiyle, o nûr sayesinde hakikatı onlara bildirmiş oluyor.
“Allah size
imanı sevdirdi ve onu kalbinizde süsledi. Küfrü, fâsıklığı ve isyanı ise çirkin
gösterdi. İşte doğru yolda olanlar bunlardır.” (Hucurat: 7)
Âyet-i
kerime’si mucibince kime imanı sevdirir ve o imanı kalbinde süslerse onu
tutuyor demektir. Bu böyledir, esas budur. Kurtulan böyle kurtuluyor,
kurtardığı için kurtuluyor. Biz buna “Hıfz-u himaye, tasarruf-u ilâhiye.”
diyoruz.
Onlar Hakk’ı
bilir, kendisini bilmez. Hakk’ı görür kendisini görmez.
Bir
sivrisinek kanadı kadar varlığı olsa, yahut kendisinde varlık görse, Allah-u
Teâlâ’ya karşı o da bir varlıktır.
Bu mahviyet
onlara mahsustur. Çünkü Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Sana gelen
her iyilik Allah’tandır, bütün kötülükler de kendi nefsindendir.” (Nisâ: 79)
Resulullah
-sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif’lerinde:
“Kendinde
varlık görmen, diğer günahlarla kıyaslanmayacak kadar büyük bir günahtır.”
Çünkü var
olan ancak Hazret-i Allah’tır. Vücud O, mevcud O...
Hakikat
ehlinde Hakk’tan gayrı hiç bir şey bulunmaz. Varlığını ata ata Var’a ulaşırlar.
Resul-i
Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle
buyururlar:
“
-Müferridler yarışı kazandılar;
–Müferridler
kimlerdir yâ Resulellah?
–Onlar o
kimselerdir ki, Allah-u Teâlâ’nın zikrine bütün benlikleriyle dalmışlardır,
başka şeylerle uğraşmazlar.
Bu zikir
onlardan yüklerini indirmiştir, kıyamete hafif olarak gelirler.” (Müslim)
Bir Hadis-i
kudsî’de şöyle buyuruluyor:
“Kulum beni
zikrettiği zaman ben onunla beraberim.” (Buharî)
Âlem-i
billâh olanlarda Allah-u Teâlâ nasıl tecelli etmişse öyledir.
O
Rabbül-âlemindir. Kuluna tecelli edince O’nun tecelliyâtı ile âlem olur.
Allah-u
Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Onlar o
kimselerdir ki, Allah imanı kalplerine yazmış ve onları kendinden bir ruh ile
desteklemiştir.” (Mücâdele: 22)
Dikkat
ederseniz Hazret-i Allah ruh ile bizi ayakta tutuyor, ruhu çektiği zaman bir
şey olmuyor. Ruhu halkeden Hazret-i Allah, ruhâniyeti de halketmiştir. Bu
bilinmeyen bir ilimdir. Allah-u Teâlâ dilediği kulunu bu ruhâniyetle destekler,
bu ruhâniyetten lâtifeler husule gelir. Allah-u Teâlâ bu lâtifeleri dilediği
şekilde çalıştırır. Bir kişi olur, on kişi olur, kırk kişi olur, bu sizin
ilminizin dahilinde değildir.
Herkeste bir
ruh var, onlarda iki tane var. Gayemiz size yavaş yavaş marifetullah ehlini ve
ilmini bu şekilde duyurmaya çalışmak.
Bu kudsî
ruh, onlardan başka kimsede bulunmaz.
Ayrıca onlar
Resulullah Aleyhisselâm tarafından “Fırka-i Nâciye” yani “Kurtulmuş Fırka”
lâkabıyla müşerref kılınmışlardır. Bu kalpleri diri hakikat erleri Resulullah
Aleyhisselâm’ın yolundan, Ashab-ı kiram’ın, selef-i salihinin yolundan
yürümüşler, sırat-ı müstakimden bir an bile ayrılmamışlardır. Bu güne kadar da
bu âli himmetleriyle Hakk yolunun sâliklerini bidatçıların, ehl-i dalâletin
iğva ve saptırmalarından korumuşlardır.
Allah-u
Teâlâ onların doğruluğunu bizzat kendisi rahmetiyle müminlere göstermiş,
müminler de bu büyüklerden istifade etmişler feyz almışlardır.
Ve bu kullar
Allah-u Teâlâ’ya nasıl yaklaştılar?
Bir Hadis-i
kudsî’de şöyle buyuruluyor:
“Bana bir
karış yaklaşan kimseye ben bir arşın yaklaşırım. Bana bir arşın yaklaşan
kimseye ben bir kulaç yaklaşırım. Bana yürüyerek gelene ben de koşarak
gelirim.” (Buharî ve Müslim)
Allah-u
Teâlâ bu kulları kendisi için seçmiştir. Allah-u Teâlâ’ya yaklaşan bu kullar
sevgi ile yaklaşmışlardır. Allah-u Teâlâ bunlara âşık olmuş; onları sevdiği
gibi, bu kullar da Allah-u Teâlâ’ya âşıktır. Allah’tan başka hiç bir arzuları
yaşamaz.
“Allah kimi
dilerse onu rahmetiyle mümtaz kılar.” (Bakara: 105)
İşte Allah-u
Teâlâ bu sevgili kullarını bu lütfa mazhar etmiştir.
“Biz
rahmetimizi kime dilersek ona isabet ettiririz.” (Yusuf: 56)
Gerçekten bu
sevgili kullarını daire-i saadetine almış, merkez-i selâmetine çıkarmış,
huzuruna kadar almış ve en büyük saâdetine eriştirmiştir.
“Onlar sıdk
makamında kuvvet ve kudret sahibi hükümdarın huzurundadırlar.” (Kamer: 55)
Bir düşünün!
Allah-u Teâlâ onları huzuruna aldı. O kehribarın tozu olduğu için sıddıkiyet
makamına kadar çıkardı.
Resulullah
-sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Rahman olan
Allah’ın cezbelerinden bir cezbe insanların ve cinlerin amellerine denktir.”
(K. Hafâ)
Bir insanın
bin sene ömrü olsa, Allah-u Teâlâ’ya yaklaşmak istese, Allah-u Teâlâ kendisine
çekmek istediği kulunu bir anda çeker. Kişinin kendi çalışması ile bin senede
ulaşamadığı mesafeye, Allah-u Teâlâ dilerse bir anda ulaştırır. Neden? O çekti,
O’nun kuvveti O’nun kudreti çekti. Bu Hadis-i şerif’in mânâsı budur, bu da
açılmış oldu.
İşte
Hazret-i Allah bunları sevdi, seçti, huzuruna aldı.
“Biz Allah
içiniz ve yine O’na döneceğiz.” (Bakara: 156)
İşte bunlar
Allah için olan ve Hazret-i Allah’a dönenlerdir.
Bu iltifat-ı
ilâhî’ye mazhar olanlar bunlardır.
Gerçekten
bunlar Allah-u Teâlâ’nın kullarıdır, bunlar Allah-u Teâlâ’ya teslim
olmuşlardır, iradelerini Hakk’ın iradesine bırakmışlardır. Onlarda arzu
yaşamaz. Onlar için mühim olan “Hükm-ü ilâhî”dir. Çıkacak hükm-ü ilâhî’ye
bakarlar. Onlar Hakk’ın kudret elindedir. Nereye koyarsa orada bulunurlar.
Onlar için hayat-vefat değişmez. Dünyâda olmakla kabirde olmak arasında hiç
fark yoktur. Gerçek kahraman işte onlardır, burası “Kulluk Makamı”dır.
Şimdi
hepimiz bu hakikat aynasında kendimize bakalım; Hazret-i Allah için miyiz,
şeytan için miyiz, nefis için miyiz, dünyâ için miyiz?
Allah-u
Teâlâ’nın “Vedüd” İsm-i şerifi vardır. Yani itaatkâr kullarını çok seven,
sevilmeye en çok lâyık olan demektir.
Allah-u
Teâlâ’nın bir İsm-i şerifi de “Lâtif” dir, yani en ince işleri yapan, bütün
işlerin inceliklerini bilen, sonsuz lûtufkâr O’dur.
Diğer bir
İsm-i şerif’i de “Veli” dir. Yani salih kullarının dostu olan demektir.
Tasavvur buyurun bir kulun dostu Hazret-i Allah olursa...
Âyet-i
kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Ölen kişi
Allah’a yaklaştırılanlardan ise; ona rahatlık, güzel rızık ve Naim cenneti
var.” (Vâkıa: 88-89)
Bu gibi
kimselerin cennette yerini görmeyince, cennet çiçeklerinden bir dal gelip onun
kokusunu koklamayınca ruhunun kabzolunmayacağına dair muhtelif Hadis-i
şerif’ler vardır.
O kişiye
Âyet-i kerime’deki bu müjde verildiğinde Allah-u Teâlâ’ya ulaşmak ister.
Allah-u Teâlâ ise onun kendisine ulaşmak istemesinden çok daha sevinç duyar.
“Eğer
sağcılardan ise; ‘Ey sağcı! Sana sağcılardan selâm!’ denir.” (Vâkıa: 90-91)
Can boğaza
gelmiş durumdaki mümin o selâmı kemal-i meserretle alır ve rahatlar, dostluğun
ünsiyetini hisseder.
“Amma
yalanlayıcı sapıklardan ise; işte ona da kaynar sudan bir ziyafet ve cehenneme
atılma vardır. Kesin gerçek budur işte!” (Vâkıa: 92-95)
0 comments :
Yorum Gönder