Son zamanlarda bütün dünyada bir akım geliştirilmek
istenmektedir. “İslam’ı yaşayıp hayatımıza aktarabilmek için bize sadece Kur’an
yeter. Kur’an’ın dışında başka bir şeye ihtiyacımız yoktur. “Biz şimdi bu ülke
insanını Kur’an’la tanıştırmak zorundayız” gibi bir iddia yaygınlaştırılmak
istenmektedir.
Bu düşünce
tarih boyunca bir arada ve yan yana yürümüş İslam’ın iki temel kaynağı olan
Sünnet’le Kur’an’ı bir birinden ayırıp sünneti geçerli bir kaynak olmaktan
çıkarmaktadır.
Bu düşünce
biçimi yeni değildir ve aynı zamanda Türkiye’ye mahsus bir akım da değildir. Bu
düşünceyi ilk defa ortaya atanlar müsteşriklerdir. Fakat üzülerek ifade edelim
ki bazı zavallı ve saf Müslümanlar da bu tartışmada taraf olmaktan kendilerini
alamadılar.
Sünnet
üzerine ilk şüphe tohumlarını ekmeye çalışan adam Prof. Goldizer’dir. Bu adam
İslam hukukunun ikinci temel kaynağı olan Hadislerin Rasulullah’ın sözlerinden
çok Şam bilginlerinin sözleri olduğunu iddia etti. Bu haince iftirayla amacı
Müslümanlar katında yüksek bir mevki ihraz eden Rasulullah’ı ve O’nun sünnetini
küçük düşürerek güvenlerini sarsmak ve sonunda da Rasulullah’ı reddettirmekti.
Aynı
akımın Hindistan’dan da Gulam Mirza Ahmet tarafından da tekrarlandığını
görüyoruz. Bu adam da Mehdilik ve Peygamberlik iddiasında bulunmuştu.
Peygamberlik iddiasıyla çıkan bu sapığın da zorunlu olarak Rasulullah’ın
sünnetini reddetme ihtiyacını duyduğunu görüyoruz. Önceki peygamberleri
reddetmeli ki kendi peygamberliğini kabul ettirebilsin. Bundan ayrı olarak da
birtakım modernist yazarlar da sünnete karşı olumsuz tavırları
geliştirmişlerdir. Bu modernistlerin bu mevzudaki görüşleri şöyledir:
1.
Kur’an’ı anlamak için Kur’an’dan başka bir kaynağa ihtiyaç ve gerek yoktu:
Cenab-ı Hakk bize kitabını apaçık ve “tebyin” edilmiş olarak indirmiştir.
Ayrıca bu açık ayetleri anlayabileceğimizi haber vermiştir. Kur’an’ı anlama,
yorumlama ve ondan hüküm çıkarıp hayata aktarma konusunda herkes eşit imkanlara
ve haklara sahiptir. Ayrıca bu hususta şuna buna müracaat etmeye lüzum yoktur.
Bu lüzumsuzluğun içinde Allah’ın Resulü de vardır tabii. Bu anlayış tabiatıyla
Allah’ın Resulünü hafife almak, O’nun sünnetini ve Kur’an’ın tefsiri adına
ortaya koyduğu tüm sözlerini ve fiillerini geçersiz saymak değil, ancak en az
bizim de O’nun kadar Allah’ın kitabını anlama ve ondan hüküm çıkarma hususunda
mes’ul olduğumuzu ortaya koymak içindir.
2. Eğer
Resulullah’ın sözleri bizim için vazgeçilmez bir kaynak olsaydı Allah Kur’an’da
açıkça bunu bize haber verecek ve Rasulullah da bütün sözlerini ayrı bir
mecmuada toplayıp bize bırakacaktı. Halbuki böyle bir şey mevzu bahis değildir.
Ne Kur’an’da bu konuda bir emir bulunmaktadır, ne de Allah’ın Resulü böyle bir
şeyden bahsetmektedir.
3. O halde
Kur’an-ı anlamak ve hayatımıza aktarmak için yine Kur’an’a ve aklımıza
başvurmaktan başka çıkar yolumuz yoktur. Hem Kur’an öyle muazzam bir kitaptır
ki, her insan ve her toplum onu rahatça anlayıp kendi hayatına gerekli olanları
alabilir. Binaenaleyh bir önceki toplumun anlayıp, kendi hayatlarına aktardığı
şeylere bir sonraki toplumun ihtiyacı da yoktur. O halde Resulullah’ın Kur’an’a
dair sözleri ve açıklamaları ancak kendi dönemi ve toplumu için geçerlidir.
4.
Hadisler çok zor şartlar altında toplanmıştır. Binaenaleyh bunlara yalan
karışma ihtimali fazladır. Nesilden nesile aktarılırken değişmiş olma ihtimali
kuvvetlidir. Bu yüzden şaibeli olan bu sünneti bir kenara bırakmaktan başka
çaremiz yoktur. Belki o bir tarihi malumat olarak kalmaktan başka bir işe
yaramaz.
Özetle
bunların iddiaları ve güya delilleri bunlardır.
0 comments :
Yorum Gönder