Mevlana, hiçbir vakit kötü bir dünya, terk edilecek
varlıklar, kınanacak bir yeryüzü görmemededir. Ona göre dünya diye kötülenen
şey, daha doğrusu kötülenen dünya, hırstır, tamahtır, gerçeği görmeyiştir. Şu
halde dünya somut değildir ve herkesin anlayışına göre değişir. Gerçeğe
ulaşmayana göre bu dünya sıkıntılarla dolu bir yerdir.”Baki nur, aşağılık
dünyanın ötesindedir, saf süt kan ırmaklarının ardında.” Sevgiliye kavuşanlara, bu devlete
erişenlere göreyse kişisel kayıtlar alemi olan alem, murdar bir şeydir ve
tutsaklıktan kurtulamayan kişi Mevlana’nın deyimiyle “iflası adam akıllı belli oluncaya dek bu
hapishanede kalır.” Bu
çeşit kişilerin hepsi mahkumdur. Hepsi zindandadır ve şu fani dünyada ölüp
kurtulmayı beklerler. Bedeni zindanda fakat ruhu yedinci kat gökte olan kişi,
pek nadirdir. Onlar, bu dünya kuyusuna düşmüşlerdir. ”Her biri kuyunun içinde aksini görmededir. Halbuki
kuyuda görünen dışarıdadır.”
Bu kuyu örneği bize “Fihi ma-fih” teki şu hikayeyi
hatırlatmada, Mevlana Şems’ten naklediyor:
“Büyük bir kafilenin yolu çöle düşmüştü. Su yoktu.
Bunalmış bir halde yol alırlarken bir kuyuya rastladılar. Hemen kovayı
sallandırdılar. Fakat az bir zaman sonra ip hafifledi. Çektiler gördüler ki ip
kesilmiş. Kesik ipe başka bir ip eklediler, başka bir kap buldular, kuyuya
saldılar. Bu ip de kesildi. Nihayet kafiledeki akıllı birisi, ben ineyim de bir
bakayım dedi, kim kesiyor bu ipi? Kuyuya indiğinde bir de ne görsün? İçerde
zebella gibi bir zenci var, kılıcını çekmiş beklemede. Kuyunun bir yanına da
adam kelleleri yığılmış. Zenci inen adama sordu:,
- Dünyanın neresi iyi?
Akıllı adam, ‘aniden herhangi bir yere iyi dersem belki
onca orası kötüdür’ diye düşündü ve şu cevabı verdi:
- İnsan nerede hoş yaşarsa orası iyidir; ister kuyu dibi
olsun, ister fare deliği.
Zenci cevaptan hoşlandı, onlara su verdi, haramiliğe de
tövbe etti.
Görülüyor ki Yüce Mevlana’ca kınanan dünya; insanın sosyal
bir huzura, gelecekten emin bir yaşayışa, bağlardan hür manevi bir zevke,
hırstan kurtulmuş ebedi bir neşeye ulaşamadığı bir yerdir. Dünya, insanın ruhi
vasıflarını bozan, adamı adamlıktan çıkaran ve yalnız şahsi ve ferdi varlığını
düşündüren hırs ve tamahın hüküm sürdüğü bir alemle etrafının çevrili
olmasıdır. İnsanın kendisini dünyaya bağlayan bağları çözmesi, altın ve gümüş
tutsaklığından kurtulması gerektir. Denizi testiye doldurmaya çalışsan da,
testi ancak bir günlük su alabilir. Böyle olduğu halde harislerin ve
açgözlülerin göz testileri, bir türlü dolmak bilmez. Hırstan kurtuluşun tek
yolu, bir aşka düşmektir. Bütün illetlerin devası aşktır.
Mevlana’ya göre dünya, amaçsız kişileri tuzağına düşürür.
Tanrının kahır yurdudur. Dünyayı adeta kuş avlamak için ağzını açmış bir
timsaha benzetir. Ve böyle bir dünyada, beylik vezirlik, padişahlık, halka yük
olmaktır. Bunlar gerçek alemde ölümdür, derttir, can vermedir. Dünya mülkü
adama hırs verir. Fakat bu hırs, beş kuruşluk değeri olan bir sarhoşluğa, bir
yıl baş ağrısı satın almaktır. Dünya bedene tapanlara helaldir. Erlerse
zevalsiz aşk saltanatına kul olmuşlardır.
Şu halde bu kınanan dünyayı tarif etmek gerek. Mevlana, bu
tarifi şu cümlelerle anlatır.
“Dünya nedir? Tanrıdan gafil olmak. Kumaş, para,
alım-satım ve kadın dünya değildir. Din yolunda sarf edilmek için kazanılan
mala Peygamber: “ne güzel mal” demiştir. Su, geminin içinde olursa gemi batar.
Fakat geminin altındaki su, gemiyi yüzdürür, yürütür. Ağzı kapalı testinin
içinde hava bulunursa uçsuz bucaksız denizde yüzüp gider. İçinde yoksulluk
havası oldukça insan, dünya denizine batmaz, üstünde yüzer. Bu çeşit er, bütün
dünyaya sahip olsa gözüne bile görünmez, aldırış bile etmez, onca hiç bir
değeri yoktur.”
Zaten güzelim dünya nefis yüzünden insanoğluna dar
gelmededir ve birbiriyle savaşlara düşmektedir.
“Yaradılış daimdir ve dünya, bir savaş alemidir.
Eskiler yıpranıp gider, yerine yeniler gelir.”
Esasen Mevlana dünyayı, hayatı, varlığı ve hadiseleri, tek
sözle yaradılışı, bu birlik gözüyle görür ve ona göre dünya, her nefeste
yeniden –yeniye yaratılıp durmadadır, durmadan yenilenmededir. Fakat biz
dünyayı öylece hep durur gördüğümüzden bu yenilenmeden haberdar değiliz. Ömür
su gibi akıp gider, fakat vücutta bir devamlılık gösterir.
“Elindeki ucu ateşli sopayı hızlı hızlı, sağa sola
oynatsan ateşten bir çizgi gibi görünür ya; ömür de çok çabuk akar geçer de
onun gibi bize daimi görünür.”
“Cihan, başka bir cihan doğurur. Bu mahşer başka bir
mahşer gösterir. Kıyamete dek bu kıyameti söylesem anlatamam” diyen Mevlana, dünyadaki daimi
savaşı, maddedeki daimi hareketi, mana gözüyle görmüştür. Onca her şeyin, her
varlığın, ayrı ayrı ağzı ve boğazı vardır adeta. Toprak o ağızla sular içer,
otlar bitirir. Hayvanlar onları otlarlar semirirler, insana gıda olup ortadan
kalkarlar. Fakat toprakta insanı yer, sömürür. Mevlana der ki: “Zerreler
gördüm, hepsi ağzını açmış. Gıdalarını söylesem söz uzar gider. Bütün alem
yiyen ve yenenden ibarettir. Alem ve alemdekiler yayılmakta ve dağılmaktadır.”
O yüce Sultan Mevlana, alemin Adem, Adem’in de alem
olduğunu söyler ve ekler: “Şu aleme bir bak da
gör, baştan başa savaştan ibaret. Zerre zerreyle adeta imanın küfürle savaştığı
gibi savaşmada. Bir zerre sola doğru uçmada, öbürü sağa doğru koşup aradığını
aramada. Bir zerre yücelere ağmada, bir zerre baş aşağı düşmede. Durur gibi
görünürler ama savaşlarını durgunluk aleminde seyret de gör. Onların
görünüşteki savaşları, gizli savaşlarından ileri geliyor. Bu aykırılığı gör, o
aykırılığı anla.”
Yaradılışın daimi olduğuna inanan Mevlana, kainatın
yıprandığına değil, daima yenilendiğine inanır, iyiye ve güzele gittiğine
inanır. Bu yüzden de yeniliğe aşıktır o. Hatta eski düşüncelerden ve eski
düşüncelere saplanıp kalmış olanlardan ürker. Der ki: “Bu sözü iyice anlatmak, açmak gerek. Fakat eski
düşüncelilerden, onların köhne anlayışlarından korkuyorum. Kısa görüşlü köhne
anlayışlı kişiler, fikirlerine türlü kötü hayal getirirler. Herkesin doğruyu
işitmeye kudreti yoktur. Her kuşcağız, bir inciri bütün olarak yutamaz. Hele,
ölmüş, çürümüş, hayallere dalmış bir kuş olursa hiç yutamaz. Balık resmine ha
deniz olmuş, ha kara. Kara yüzlüye ister sabun olsun, ister kara boya fark
etmez. Kağıda gamlı bir adam resmi yapsan onun ne gamla alış-verişi vardır ne
de neşeyle.”
Yüce Mevlana kendi zamanını anlatırken, “Zamanlar gelip geçti, bu yepyeni bir zaman. Ay, o
ay amma su o su değil” der.
Bilinen güzel bir rubaisinde yenilikçi o yüce ruhundan şu anlamlı sözleri
söyler:
“Her gün bir yere konup göçmek ne güzel,
Akarsu gibi bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.
Dün de geçti, düne ait sözler de dün gibi gitti
cancağızım.
Bugün yeni şeyler söylemek lazım.”
Mevlana’nın dünya hakkındaki bütün bu sözlerine, ona gönül
vermememiz, içimizi dünyaya ait heva ve heveslerden boşaltmamız konusundaki
tavsiyelerine rağmen, dünya hayatında çalışmayı, tembel olmamayı öğütler ve
hatta Hakk için dünyadan elini eteğini çekmeyi reddeder.
Dünyayı bir sebepler alemi ve savaşlar alanı olarak kabul
eden Mevlana, sebeplere yapışmadan, çalışıp çabalamadan Tanrıya dayanmayı kabul
etmez. Ona göre Tanrıya dayanmak, işe giriştikten sonra başarı temin eden
manevi bir ihtiyaçtır. Halbuki ondan önceki eski tasavvufta dünyayı tamamıyla
terk etmek, kendini riyazata vermek, Tanrıya dayanıp dağlara, çöllere dalmak
bir ilkedir.
Hatta Şuttar Kalenderi kolunun bazı dervişleri,
benliklerini yok etmek için dilenme yoluna gitmişlerdi. Melametilerde bile
bazen dilenciliğin lüzumlu görüldüğü Abü Abdal Rahman’ın “Risayatal Melametiye”
adlı eserinden anlıyoruz.
Mevlana’ya gelince o her ne şekilde olursa olsun dilenmeyi
kabul etmemektedir. “Kendisini sevenlere,
erenlerin hepsi, müridin nefsini aşağılatmak için dilenciliği hoş görmüş,
müritlerin zenginlerden sadaka, hediye ve zekat almalarına göz yummuşlardır.
Fakat biz o kapıyı dostlarımızın yüzüne kapattık. Elinizin emeği ile, alnınızın
teriyle kazanın yiyin. Dostlarımız bir iş yapsınlar, alış-verişte bulunsunlar,
katiplik etsinler, kazanıp yesinler. Dostlarımızdan bu yolu tutmayan kişinin
değeri bir pul bile etmez.”
Mevlana’ya göre çalışmak en kutsal vazifedir. Çalışmanın
erdemine dair, eserlerinden alıntılar yapacak olursak
“Tanrıya dayanıyorsan, çalışma hususunda dayan. Kazan da
ondan sonra Tanrıya tevekkül et.”
“Çalışma da haktır, dert de hak, deva da hak. Münkir ise
çalışmayı inkarda ısrar eder durur.”
“Olur ya, birisi bir define buluverir. Ben de bunu
istiyordum. Alış-verişle artık benim ne işim var der. Şans işi bu, olur amma
nadir olur. Tende kudret oldukça çalışıp kazanmak gerek. Çalışıp kazanmak,
defineyi bulmaya mani değil ki. Sen işten kalma da nasibinde varsa define de
arkandan gelsin. Böyle yap da tereddüde vesveseye düşme.”
“İnsanın elde ettiği zarar çalışmamasından ileri gelir,
karsa çalışıp çabalamasından. Taktir haktır amma insanın çalışması da hak.” sözleri ve nihayet kendi
hayatını yaşayışı, onun bu güzel görüşünü tamamen aydınlatır.
Hazreti Mevlana’nın görüşleri hiçbir zaman hayalcilik
olmamıştır. O her zaman insanlığa, şu balçık dünyayı gönlüne koymadan onun
nimetlerinden faydalanarak yaşamayı öğütler ve bunun için en güzel reçeteleri bizlere
ikram eder.
0 comments :
Yorum Gönder