
Sorunun muhatabı deli, soru sahibini tependen tırnağa süzdükten sonra,
bir soru ile cevaplamış dışarıdaki adamı;
“Siz dışarıda kaç kişisiniz?”
Bizim memlekette ummadığınız birisinden beklemediğiniz olgunlukta bir
söz duyduğunuzda, “Deliden akıllı cevap”derler.
Bazen de çevrenizdeki akıllı insanlar sizi hal ve gidişlerindeki
hafiflik ve konuşmalarındaki çiğlikle hayal kırıklığına uğratırsa, derin bir
off çektikten sonra, “En akıllısı değirmene yoğurt öğütmeyi gidiyor!” dersiniz
kendi kendinize.
Deli ile meczup farklı gruptaki insanları tanımladığı halde sıklıkla
birbirine karıştırılır. Birinin yerine öteki kullanılır.
Biraz ölçüsüz tavırlar sergileyen herkese kolayca, “meczup”
denilebildiği biliriz. Yine azıcık taşkınlık yapan ya da bizi tavır ve hareketleriyle
şaşırtan herkese kolayca, “deli”damgasını vururuz.
Meczup bahsi derin bir konudur. Kitaplarımızda bolca malumat vardır
onlara dair.
Yıllar önce Ankara’da üniversite öğrencisi iken Bursa Gemlikli bir
idareci ağabeyimiz vardı. Onun meczuplara dair anlattığı birkaç kesit hafızamda
derin iz bırakmıştır.
Hacı Bayram-ı VeliHazretlerinin cami ve türbesi çevresinden meczuplar
hiç eksik olmazlar.
Bursalı Erol Ağabey onlardan birisiyle hukuku epeyce ilerletmiş.
Karşılaştıklarında meczubun o anki ihtiyacı neyse derhal söyler, bir
takım taleplerde bulunurmuş Erol Ağabeyden. Mesela karnı açsa, “Şuradan bana
bir simit al İnek Bursa!”dermiş. Bazen Erol Ağabeyin ayağındaki çoraba göz
koyar ve alır, bazen de lokantada yemek yedirmesini istermiş.
Bir gün yine karşılaşmışlar Hacı Bayram-ı Veli Camii yakınlarında.
Meczup, “Karnım aç. Bana yemek yedir İnek Bursa!”demiş.
Erol Ağabey, her zaman yemek yedikleri lokantaya doğru ilerlerken bir
yandan da cebindeki parayı düşünüyormuş. Zira o gün cebinde sadece bir kişinin
kuru fasulye ve pirinç pilavı yiyeceği kadar para varmış.
Erol Ağabey, “Ben bir şey yemem. Onun yediklerinin bir kısmı için de
saatimi rehin bırakırım”diye geçirmiş içinden.
Lokantaya girmişler. Garson gelmiş. Erol Ağabey, “Ben bir şey
almayacağım” deyip geçiştirmiş.
Meczup ise her zamanki mutadı üzre kuru fasulye ve pilavı yedikten
sonra,”Tatlı yemeyeceğim” demiş.
Oysa oraya her gidişlerinde kadayıf tatlısı yermiş o.
Erol Ağabey ödeme için kasaya gittiğinde tam da cebindeki para kadar
borç çıkarmışlar. Ödemeyi yapmış, çıkmışlar. Camiye doğru ilerlerken meczup
Erol Ağabeye doğru dönmüş, “Ne korkuyorsun lan İnek Bursa, bugün de kadayıf
yemeyiverelim!”demiş.
Erol Ağabey o meczubu bazen Ulus’taki heykelin karşına geçmiş galiz
küfürler savururken görürmüş, bazı geceler geç saatte türbenin önüne yatmış,
üstünde doğru dürüst bir kıyafet olmadığı halde mışıl mışıl uyurken bulurmuş.
Erol Ağabey kitaplarda meczup bölümlerini okurken bir notla
karşılaşmış: “Meczuplar hallerinden memnundurlar. Sevdikleri kişilerin de
kendileri gibi olması için Allah’a dua ederler!”
Erol Ağabey meczup arkadaşlarından hızla uzaklaşmanın yollarını bulmuş,
onları meczup olmayan dostlarına tatlı tatlı anlatmakla yetiniyormuş.
Geçenlerde İstanbul’un meczup ve delileri ile üzerine kaleme alınmış bir
yazıyı okuyunca bunları düşündüm. Dünya Bülteni sitesindeki yazıdan tadımlık
alıntılar yaptım. Tamamını okumak isteyenler yazının orijinaline kolayca
uylaşabilirler..
İşte onların
dünyasından bir demet:
Adam ol Mehmed Efendi
İstanbul'un tanınmış meczuplarından
biri olan Adam ol Mehmed Efendi yirminci yüzyılın başlarında Beykoz'da
yaşamıştır. Önüne gelene "Adam ol, adam ol!" diye seslendiği için
Adam ol Mehmed Efendi diye anılmıştır.
Balıkçı Baba
Asıl adı Abdülcelil'dir. Bitlis'te
dünyaya geldi. İstanbul'a gelerek Eyüp Sultan semtine yerleşti. Rivâyete göre
yaz ve kış üstünde aba, başında keçe külâh, yalınayak tekkeden çıkar, iskeleye
iner ve tanıdığı bir balıkçının kayığına binerek bir tek balık tuttuktan sonra
karaya çıkarmış. Balıkçı ise, onun ayağındaki bereket sebebiyle o gün kayığını
silme balıkla doldururmuş. Balıkçı Baba 1742 senesinde İstanbul'da vefat
etmiş olup kabri Eyüp'deki Hâtûniye Dergâhı hazîresinin üst kısmındadır.
Çöp Atlamaz Baba
Eyüp Sultan civarında yaşayan
Çöpatlamaz Baba nerede bir çöp görse onu oradan alır, ait olduğu yere koyarmış.
1800'lerde yaşayan Âtıf Efendi bir gün Eyüp Sultan'dan Karagümrük semtine
gitmek üzere iskelede kayığa binerken Çöp Atlamaz Baba, Âtıf Efendi'nin bindiği
kayığın baş kısmına ayağıyla üç kez basarak: "Hâlimi sana verdim! Hâlimi
sana verdim! Hâlimi sana verdim!" demiş ve çekmiş gitmiş. Âtıf Efendi,
Balat iskelesinde karaya ayak basar basmaz, önüne gelen çöpleri atlayıp
geçememiş. İşte ondan sonra Âtıf Efendi de önüne gelen çöpleri toplamak
durumunda kalmış.
Durmuş Dede
Durmuş Dede (vefât:1616), Akkirman'dan
gelerek Rûmelihisarı'ndaki tekkeye yerleşmiş ve kerâmetleri ile ün salarak o
tarihten itibaren tekkenin kendi adıyla anılmasına sebep olmuştur. Evliyâ
Çelebi'nin bizzat tanımış olduğu ilâhî meczuplardan Durmuş Dede özellikle
Karadeniz'e doğru sefere çıkan gemiciler tarafından ziyâret edilirdi. Bu
kişiler, dergâha zahire ya da Durmuş Dede'ye sadaka verip kendisinin iznini ve
hayır duasını alarak yola çıkarlardı. Aksi takdirde bu gemicilerin
yolculuklarının başarısızlık hatta felâketle noktalandığı rivayet edilmektedir.
Laleli Baba
İstanbul'un meşhur ilâhi meczuplarından
biri olan Laleli Baba ile padişah arasında şu olay yaşanır: Sultan III. Mustafa
Han, Laleli Camii'ni yaptırdığı sırada şöhretini duyduğu Laleli Baba'yı saraya
davet edip kendisiyle görüşmek ve hayır duasını almak ister. Huzuruna
vardığında, hükümdarın şahsı için bir hayır duada bulunmasını rica etmesi
üzerine Laleli Baba "Padişahım hayatın müddetince afiyetle ye, iç ve
yellen" diye dua eder. Saray teşrifatına pek uygun düşmeyen bu ilginç dua
Sultan III.Mustafa'yı sinirlendirir ve Laleli Baba'yı azarlayarak huzurundan
kovar. Bu sırada Laleli Baba "Peki öyleyse yiyin, için lâkin asla yellenemeyin"
diye ikinci bir niyazda bulunur.
Bu hâdiseden sonra Sultan
III.Mustafa'nın karnı her geçen gün biraz daha şişmeye başlar. İstanbul'da
güvenilir ne kadar hekim ve hoca varsa sırayla saraya çağrılır ancak hiçbirisi
padişahın gazını def etmeye muvaffak olamaz. Sonunda durumun Laleli Baba'nın
kalbinin kırılmasından kaynaklandığı anlaşılır ve kendisinden af dilemek üzere
ikinci kez saraya davet edilir. Padişah, Laleli Baba'dan kendisini affetmesini
ve acilen bu belâdan kurtarmasını rica eder. Laleli Baba'da yaptırılan camiye
kendi adının verilmesi şartıyla şifaya kavuşacağını söyler. Sultan şartı kabul
ederek Laleli Baba tarafından affedilir ve sağlığına kavuşur. Laleli Baba'nın
kabri önceleri Laleli Camii'nin yanında yer almaktayken 1957 senesinde Eminönü
ilçesi dâhilindeki Kemalpaşa Camii hazîresine nakledilmiştir.
Nalıncı Sâlih Dede
Nalıncı Sâlih Dede, Eyüp Sultan'da
ikâmet eder, gece gündüz devamlı elinde bir fenerle gezermiş. Gür kara sakallı,
oldukça iri burunlu, çatık ve gür kara kaşlı bir meczup imiş. Yaz kış her daim
nalınla dolaşırmış. Başına bazen tepesi püsküllü uzun bir Mevlevî sikkesi
takarmış.
Keçeli Dede
Evliyâ Çelebi bu zât hakkında şu
bilgileri vermektedir: "...Giysüdâr Mehmed Efendi halifelerindendir.
Mevlevî külâhı, bol yenli kebe cübbe ve ayağına nalın giyip elinde nakışlı
keçesi ile gelenleri dolaşır, keçesine altın ve kuruş doldururdu. Sonra kırk
elli yetim toplar, onlara temiz elbiseler giydirerek çalgıcılar ve hây-hû ile
bu masumları sünnet ettirirdi. Daha sonra birer ustaya, hocaya yahut bir vezire
ve seçkine hizmete verirdi. Böyle güzel halli bir derviş adam idi. Bağdad fethi
haberi geldiği gün Ramazan'da vefat edip Necâtî Bey Mezarlığı'nda toprağa
verildi..."
Keçeli Dede
Evliyâ Çelebi bu zât hakkında şu
bilgileri vermektedir: "...Giysüdâr Mehmed Efendi halifelerindendir.
Mevlevî külâhı, bol yenli kebe cübbe ve ayağına nalın giyip elinde nakışlı
keçesi ile gelenleri dolaşır, keçesine altın ve kuruş doldururdu. Sonra kırk
elli yetim toplar, onlara temiz elbiseler giydirerek çalgıcılar ve hây-hû ile
bu masumları sünnet ettirirdi. Daha sonra birer ustaya, hocaya yahut bir vezire
ve seçkine hizmete verirdi. Böyle güzel halli bir derviş adam idi. Bağdad fethi
haberi geldiği gün Ramazan'da vefat edip Necâtî Bey Mezarlığı'nda toprağa
verildi..."
Boynuzlu Divâne Ahmed Dede
Evliyâ Çelebi Seyâhatnâmesi'nde
bahsedilen ve Kasımpaşa'da yaşamış olan Divâne Ahmed Dede, tanıdığı tanımadığı
herkesin ismine bir "Çibo" ekleyerek selâmlarmış insanları. Koynunda
ve koltuğunun altında her cinsten boynuz bulunduran Divâne Ahmed Dede'ye
"Hani benim boynuzum Ahmed Dede?" diye takılanları tepeden tırnağa
süzdükten sonra kişiliğine göre bir boynuz çıkararak "Aha senin
boynuzun!" dermiş.
Uşum Dede
Evliyâ Çelebi şunları nakletmektedir:
"...Saraçhanebaşı'nda idi. Daima sessiz sakin gezip ara yolda yuvarlanan
taşları kaldırıp caddeyi temizler idi...
0 comments :
Yorum Gönder