16 Nisan 2015 Perşembe

Ricalül Gayb (gayb erleri)


Sonraki âlimlerin üstünü, derin ve geniş bilgi sahibi olanların dayanağı, Arab’ın Acem’in kendisine tâbi olduğu Şeyh’in (k.s.) [İbn Arabi’nin] sözünün özü budur.
Tercümesini verdiğimiz bu kitabın müellifi Mevlânâ Abdurrahman Câmî –Allah yüce lütfuyla kabrini nur eylesin– Şevâhidu’n-Nübüvve isimli kitabında Şeyhayn’ın (r.a.) [iki şeyh] kerameti bahsinde Fütûhat-ı Mekkiyye’den şunları nakletmiştir: Ehlullah arasında Recebiyyûn denilen bir taife vardır. Bunlar kırk kişidir, artmazlar, eksilmezler. Halleri şudur: Recep ayının başlangıcında, sanki gök üzerlerine konulmuş gibi ağırlaşırlar, hareket etmeye mecalleri kalmaz. Ne ayak üstünde durabilirler ne de oturabilirler. Hatta göz kapaklarını bile kıpırdatamazlar. Recep ayının ilk gününde böyle olurlar, günden güne hafiflerler, Recepten şabana girince tamamen hafiflemiş olurlar, bedenden kurtulmuş gibi olurlar. Bu taifeye recepte birçok keşf, hadsiz hesapsız tecelli ve gizli şeyleri öğrenmeleri vaki olur. Şabanda bu haller yine onlardan geri alınır. Öyle vakitler olur ki, bu hallerin bazısı bu taifenin bir kısmında eksiksiz olarak baki kalır, Fütûhât müellifi (k.s.) demiştir ki: Ben onlardan birini gördüm, Rafizi’nin halini keşfetme özelliği baki kalmıştı. Her zaman Rafizileri hınzır [domuz] suretinde görürdü. Bazen olurdu ki, hali gizli olan ve mezhebini kimsenin bilmediği bir kimse ona uğrardı. Şayet bu adamda Rafızilik varsa onu domuz suretinde görürdü. O şahsa varıp derdi ki, “Tevbe et, Allah’tan yana dön, zira sen Rafızisin.” O şahıs bu sözlere şaşardı. Şayet samimi bir şekilde tevbe edecek olsa onu insan suretinde görür ve doğru söylüyorsun derdi. Eğer tevbesinde yalancı olursa, onu tekrar domuz suretinde müşahede eder ve “Yalan söyledin, tevbe etmedin” derdi. Bir gün Şafiilerden iki adil kişi ona geldi. Hiç kimse onların Rafızi olduklarını kesinlikle anlamamıştı. Bunlar Şii cemaatinden de [42] değillerdi. Kendi fikir ve nazarlarıyla bu mezhebi tutmuşlardı. Ebubekir ve Ömer (r.a.) hakkında kötü inanç besler, Hz. Ali (r.a.) hakkında aşırı giderlerdi. Bu iki adil kişi o Recebî’nin yanına gelince, bunların dışarı çıkarılmalarını emretti. sebebini sordular, şöyle dedi. “Ben sizi hınzır suretinde gördüm. Hak Sübhânehû ve Teâlâ ile benim aramda Rafızileri bu surette göstermek bir alamettir.” Bunun üzerine o iki kişi bâtınlarından hemen tevbe ettiler. Recebî onlara, “Şu anda tevbe ettiniz, zira sizi insan suretinde görmekteyim” dedi. Onlar ise bu hususta şaşkınlığa düşmüşlerdi o bâtıl mezhepte olduklarına pişman olarak döndüler. Bunun açıklaması budur.
Sonraki âlimlerin önde gelenlerinden olan Mavlânâ Mîr Hüseyin (r.a.) Fevaih isimli eserinde, Murtaza divânının şerhinin mukaddimesinde Şeyh Muhyiddin bin Arabî’den (k.s.) şunu nakletmiştir: Efrât kutbun üzerinde tasarruf etmediği bir cemaattir. Bunların sayısı tek olur. Gavs adı da verilen kutup Hak’kın nazargahıdır. Buna Abdullah derler. İlk dört halife, Hz. Hasan, Muaviye bin Yezid ve Ömer bin Abdü’l-Aziz (r.a.) gibi manevi hilafetler ile şekli hilafeti bir araya toplayan nadir kimselerdendir. O İsrafil’in kalbi üzerinedir.
Falan filanın kalbi ve kademi üzerinedir demekten maksat, o ikisinin üzerindeki Hak feyzi bir cinstendir demektir.
İmaman iki şahıstır. Biri Gavs’ın sağındadır, melekût âlemine nazar eder, buna Abdü’r-Rab derler. Diğer imam Gavs’ın solundadır, mülk âlemine nazar eder, buna Abdü’l-Melik derler. mertebe itibariyle Abdü’l-Melik Abdü’r-Rab’dan üstündür.
Dört kişi olan evtâdın her biri âlemin bir köşesinde bulunur. Doğuda Abdü’l-Hayy, batıda Abdü’l-Alim, kuzeyde Abdü’l-Mürid, güneyde Abdü’l-Kadir görev yapar.
Abdal yedi şahıstır. Acaba bu yedi şahıs bir kutup, iki imam ve dört evtât mıdır? Bunlardan başka kimseler olup olmadığı konusunda ihtilaf edilmiştir. Abdal denilmesinin sebebi, içlerinden birnin vefat etmesi halinde kırklardan birinin ona bedel olmasıdır. Kırklardaki eksiklik de üçyüzlerden tamamlanır, üçyüzlerdeki eksiklik de avamın Salihlerinden ikmal edilir. Ve abdal isminin verilmesinin sebebi şudur:
Bunlar bir yere gittikleri zaman yerlerinde kendi suretlerinde bir beden bırakıp gitmeye kadirdirler. Abdül isminin bu hususu bilenlere verilmesi şarttır. Her ayın her gününde bunların hangi yönde bunacakları kararlaştırılmıştır. Tafsilat aşağıdaki cetveldedir. Bir kimsenin ihtiyacı olduğu zaman bunların bulunduğu [43] yere doğru yüzünü çevirmesi ve şöyle demesi gerekir: “Esselamü aleyke yâ Ricâle’l-Gayb, yâ ervâhe’l-Mukaddese, eisünî bigavsetin, ve’n-zurunî bi-nazratin, einunî bi-kuvvetin.” [Ey gayb erenler, ey mukaddes ruhlar. Selam size. İmdadıma koşun, bana bakın ve yardım edin.]
Nücebâ sekiz şahıstır, hakın yüklerini taşıma işiyle meşgul olurlar.
Nükebâ oniki şahıstır, [ruh ve] nefslerdeki sırlara vâkıftırlar.
Büdelâ oniki şahıstır, bunlardan biri vefat edince, geriye kalanlar tümünün makamının yerini tuttukları için kendilerine büdelâ ismi verilmiştir. Büdelâ abdal ve nücebâdan başkadır. İbn Arabî’nin sözü kısaca budur.
Bazıları aşağıdaki cetvelin açıklanışında şu iki beyti Şeyh Muhyiddin bin Arabî’ye nispet etmişlerdir.
Günümüzde velayetle maruf ve riyazetle vasfedilen, hizmet etme şerefine nail olduğumuz azizlerin bazıları bu duayı şöyle tashih ettiler: “Ey ricâlü’l-gayb, selam size, ey mukaddes ruhlar selam size, yâ nükebâ, yâ nücebâ, yâ rükaba, yâ büdelâ, yâ evtât, yâ imamân, yâ kutb, yâ efrât, yâ ümenâ” buyurmuşlardı ki, bu tertip, kutba varıncaya kadar kutbun dairesinde olanlardır, aşağıdan yukarıya nida edilir, efrât ve iki imam ise kutbun dairesinin dışındadırlar. Onlar üzerinde kutbun hükmü ve tasarrufu yoktur. Buyurmuşlardı ki, amel vakti bu taife-i şerifeye istizhâr etmek gerekir, yani onlar hangi tarafta bulunursa, o tarafa arka verip, onları zahir [ve arka] edinip, onların teveccüh ettikleri yere teveccüh etmek gerekir, zira onlar daima karşılık gelen taraflarına teveccüh ederler. Şükür [sekiz] yıldızıyla ameline [?] meşhurdur hemân bu kıssadır derler.

0 comments :