16 Nisan 2015 Perşembe

Hızır ve İlyas (a.s.)


Hızır ve İlyas (a.s.) bazı vakitlerde Kutb’la sohbet eder, ona hürmet gösterir, selam verir, hayırdualar eder ve namazda ona uyarlar. Hızır onlara akçe, elbise ve daha başka şeyler iletir a, aynı şekilde İlyas’a (a.s.)ve arkadaşlarına da iletir. İlyas ile Hızır’ın (a.s.) pir kişilerden on tane musahibi vardır. Bunlar abdalı görmezler, ama abdal onları görür. Hızır’a (a.s.) hizmet ederler ve sıkıca bağlanırlar, özellikle Hızır (a.s.) hasta olduğu zaman hizmetinde bulunur, yanıbaşından ayrılmazlar.
[30] İlyas, Hızır’ın dedesinin amcasıdır. Bunlar Hızır’a, çocukların babalarına hizmet etmesi gibi hizmet ederler. Hızır, kutbu’l-abdal ve arkadaşları İlyas’a hizmet ederler, talebelerin hocalara hizmet etmeleri gibi.
İlyas’ın (a.s.) boyu uzun, başı büyüktür, az konuşur, çok murakabe eder, vakar, temkin ve heybet sahibidir. İlmi, marifeti ve açık kerametleri vardır. Mustafa’nın (a.s.) şeriatına tâbidir, sünnete son derece riayetkâr olanlardandır. Hızır ile İlyas her zaman halkı Mustafa’nın (a.s.) şeriatına davet ederler. Her kim İlyas ile Hızır’ın varlığını inkâr ederse bu onların gayet cahil olmalarının sonucudur. Kim hatm-i nübüvvete eksiklik ve kusur gelmesinden sakınarak onların peygamberliğini inkâr ederse, bu onların akılsız oluşlarının neticesidir. Kuşkusuz bu ikisi Hak Sübhânehû ve Teâlâ’nın emriyle şehadet âleminden bazı kimselerle sohbet ederler. Şurası kesin ki, Cüneyd’in zamanında Mümşad Dineveri’yle (k.s.) ikisi musahip olmuşlardı. Mümşad Nîneverî (k.s.) ehl-i şehadet kısmının Kutb-ı Abdal’ıyla sohbet edenlerdendir.
İlyas, Yâsin ailesinden biridir, çoğul kipiyle okunduğuna göre Kur’ân’da zikredildiğinden başka nebilerden (a.s.) isimleri İbrahim ve Davud olacaktır. Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) ve ashâbı (r.a.) Tebük gazası sırasında ikindi namazını kıldıktan sonra iki beyit işittiler, fakat bunu kimin okuduğunu görmediler. Resulullah (s.a.v.) “Bu iki beyti okuyan kardeşim Hızır’dır, sizi övmektedir” buyurdu. O beyitler şunlardır:

Gündüz olunca savaş meydanlarının kahramanlarıdırlar,
Gece olunca rahipler gibi ibadet etmektedirler,
Hem mihrapların hem de harbin erkekleridirler,
İki cihan için kazandıkları şey mücadele ve amelleridir.

Ben bu manzumeyi bir kitabın kapağına yazmıştım, Hızır ona bakınca tebessüm etti ve “Halk içinde kelam nasıl baki kalırmış” dedi.
Şu üç özellik Hızır’ın vasfı olmuştur: Kulluk sıfatı, rahmeti, ledünni ilimler. Nitekim Kur’ân- Kerîm’de bunu ifade eder: “Kullarımızdan bir kul buldular, ona indimizden rahmet vermiş ve ledün ilmi öğretmiştik.” [KEHF 18:65]
Hızır (a.s.) çok kere hasta olur ve kendisini tedavi eder. Hatemü’l-enbiya zamanından önce Hak Sübhânehû Teâlâ her beşyüz yılda bir kere onun ömrünü tazeler, erkânını arttırır ve takviye ederdi. Sonra her yüzyirmi yılda bir defa tazeler ve arttırır. Bu zamanda [31] olan tazeleme ve arttırma, Hâtemü’n-Nebi’nin (s.a.v.) hicretinden sonra olan yedinci tazelemedir. Ben Hak Sübhânehû ve Teâlâ’nın lütfundan ümit ederim ki, onunla İslam dininin yenilenme işini, âlemde şeriatın emirlerine uygun şeyleri yaptırtma [emr bi’l-maruf] ve şeriatın yasakladığı şeyleri yaptırtmama [nehy ani’l-münker] sancaklarını yüceltsin
Hızır’ın (a.s.) huyu güzel, eli açıktır, halka karşı şefkatlidir. Değerli kumaşlardan ve akçelerden birçok şey ihsan eder, Allah Teâlâ’nın öğretmesiyle kimya ilmini bilme kerametine sahiptir. Hak’kın bildirmesiyle yeryüzündeki definelere vâkıftır. Hak Sübhânehû ve Teâlâ’nın emriyle ihtiyaç sahiplerini kendi nefsi üzerine tercih eder, kendisine hizmet ve yeryüzünde Allah’ın emriyle seyahat eden ashâbı aşere [on musahip pir] üzerine muhtaçları takdim eder. Bu ashâbı aşerenin açık kerametleri vardır. Nitekim bundan önce abdal hakkında zikredilmişti
Hızır (a.s.) çok evlenmiştir, birçok evladı vardı. Bugün yeryüzünde kimsesi kalmamıştır, yüz yıl ve yedi ay önce evlenmeyi bırakmıştır. Hayırlı çocuğu altmış yaşındayken vefat ettikten sonra elli yıl geçmiştir. Karıları ve çocukları Hızır’ın kim olduğunu bilmezler. Nikâh için kadıya varınca “Ben mağripli bir adamım” diye beyanda bulunur. Hatunlarından miras alır ve o mirası tercihen hak edenlere ihsan eder. Halkla ihtilafa düşer, pazara gider, alışveriş yapar, tellal adına halka nesne eli verir, özellikle Mina ve Arafat pazarında böyle yapar.
Onun yemesi vu uyuması azdır, yakışıklı ve güzel olanları sever, semâ vakitlerinde muazzam bir vecde sahib olur, raks eder, hareket ve deverân eder. Bir gün bir gece kendinden geçtiği ve haline mağlup olduğu vakitler vardır. Bazı Salih kişilerle buluşur, onlara hayırlı nasihatlarda bulur, para, elbise, binek hayvanları cinsinden ve daha başka şeylerden bağışlar, zaman olur bir şeyi rehin vererek borç para alır. Acayip halleri ve tuhaf kerametleri vardır. Bunlar sadece ona mahsustur. Kendisi Fârisoğullarındandır, Şiraz’a iki fersah yakınlıkta olan bir yerde doğmuştur. Kendisi şu anda fiilen harap olmuştur. Vahy gelmeden önce ve geldikten sonra Resuullah’la (s.a.v.) sohbet etti. Resulullah (s.a.v.) onu bilmezdi. Resulullah’tan (s.a.v.) çok hadis rivayet ederdi. Rivayet ettiği hadislerden biri şudur: “Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki, kendi görüşünü beğenen söz yarışı yapan ve inatçı bir [32] adam gördün mü, bil ki onun güsarnı son noktasına ulaşmıştır.” Şu hadis de ondan rivayet edilir: Resululah (s.a.v) ashâbıyla (r.a.) Benû Şeybe’nin evlerinden birinde oturdu. Ashâbı düşmanlarından korktukları için mahzun olmuşlardı. Resulullah şöyle buyurdu: “Sallallâhu Teâlâ alâ Muhammed’in [Allah Teâlâ Muhammed’in üzerine salat etsin] diye hiçbir mümin yoktur ki, Allah Teâlâ onun kalbini pırıl pırıl yapmamış ve nurlandırmamış olsun.”
Hızır (a.s.) diyor ki, ben ve İsrailoğulları peygamberlerinden İlyas bin Sâm İsmail Nebi’yle beraberdik. Nebi o sırada bir deniz kenarında düşmanlarıyla karşı karşıya gelmişti. Arkadaşlarına, “Sallallâhu Teâlâ alâ Muhammedin diyiniz ve düşmanın üzerine yürüyünüz” dedi. Arkadaşları da böyle dediler ve düşman üzerine yürüdüler. Derhal düşmanlarına saldırıp denize gark ettiler. Bu işler bizim huzurumuzda olmuştu.
Çoğu kere Hızır’ın (a.s.) dilinden dökülen sözler şudur: “Ya hayy, ya kayyum, ya men lâilâhe illâ ente, es’elüke entuhyû kulûbenâ binûri ma’rifetike ebeden.” [Ey hayy, ey kayyum, ey kendisinden başka ilah bulunmayan, senden daimi olarak kalbimi marifetinin nuruyla ihya etmeni niyaz ediyorum.]
Şimdiki zamanda Hızır (a.s.) ve Kutup (r.a.) ve bu ikisinin arkadaşları, İmam Muhammed bin İdris Şafii’nin mezhebi üzerine namaz kılarlar. Bunlar Allah Teâlâ’nın korkusundan ağlayan ve vecde gelen kimselerdir. İster Salih olsun ister fücur sahibi olsun, bütün halk bunları sever, bunları sevdikleri için de fakirlere ve miskinlere yardımcı olurlar. Oysa peygamberleri (a.s.) ve şeyhleri herkes sevmez, sadece kendilerine tâbi olan ümmetleri ve müritleri onları sever. İlyas, Hızır ve Abdal hakkına, halkın gönlüne muhabbetin kök salmış olması, gizli oldukları içindir. Kemal ve faziletlerini işitirler, beşeri şekil ve suretlerini göremezler. Bakmaz mısınız ki, vefat ettikten sonra velilerin kabirleri nasıl ziyaret edilmektedir? Oysa hayattayken cahiller onlara eziyet ederlerdi. Aynı şekilde zamanlarındaki peygamberlere de eziyet ettiler. Çok kere olur ki, bir mazlumu zalimin elinden kurtarmak istediği zaman Hızır ve Kutb’a vurur ve söverler.
Tuhaf bir tesadüftür ki, bir kere deveciler Hz. Peygamber’in (s.a.v.) şehri olan Medine’de mücadeleye girişip birbirlerine taşlar savurdular. Bu sırada tesadüfen bir taş Hızır’ın (a.s.) mübarek başına dokunup yardı, yara hava aldı ve iltihaplandı, etkisi üç aya kadar gitmedi. Evet Hz. Peygamber’in (s.a.v) şu hadisi sahihlik derecesine ulaşmıştır: “Bela ve musibet bakımından insanların en şiddetlisi önce peygamberler, sonra onlara en çok benzeyenler, [33] sonra bunlara en fazla benzeyenlerdir. Allahım! Büyük lütfunla bizi afiyetle yaşat, afiyette onların zümresinde haşret.” Muhammed Parsa’nın Faslu’l-Hitab’taki (Faslu’l-Hitab, Tevhide Giriş, İstanbul, 1988, s. 409) sözleri burada sona erdi.
Fetâvâ-yi Sofîye isimli eserin birinci babının beşinci faslında şöyle denilmektedir:Aynu’l-Meânî ve meâlimu’t-tenzil isimli kitaplarında denilmiştir ki, Hızır’ın (a.s.) ismi Bekyâ bin Melkân’dır. Şunun için Hızır demişlerdir: Bir yere toplanmış bir miktar kuru otun üzerine oturmuş ve derhal bu otlar yeşermişti. Ebu Hureyre’den (r.a.) merfû olarak [Hz. Peygamber’e izafe edilerek] şu hadis rivayet edilmiştir: “Hızır nerede namaz kılsa çevresi yemyeşil olur.” Bu hadis İkrime’nin kavline göre: “Hızır nereye gitse…” şeklinde başlamaktadır. Bu duruma göre Hızır kelimesi onun lakabıdır. Hızır kelimesinin üç telaffuz şekli vardır: a) Hadır, b) Hıdr, c) hadr [Hazır, Hızr, Hazr kizir]. Hızır Musa’nın (a.s.) musahibidir. Tac’ta da böyledir.
“İman edenlerin gönüllerinin Allah’ı zikr için huşu duyacakları vakit yaklaşmadı mı?” [HADÎD 57:16] mealindeki ayetin açıklanışı sırasında Kâşânî’nin tefsirinde şöyle denilmiştir: Ebu Derdâ (r.a.) bir gün Mekke’deki Batha’ya çıktı, üzerinde Salih kişilerin alametleri bulunan bir şahıs gördü, önüne vardı ve “Bana vaaz et” dedi. Adam “Vaaz olarak sana ölüm yeter” dedi. “Lütfen biraz daha” dedi. “İkindi güneşi köşkün balkonunda ne kadar kalabilir ki?” dedi. Ebu Dardâ (r.a.) Resulullah’a (s.a.v.) gelip bu hali haber verdi. Resulullah (s.a.v.) “O kardeşim Hızır’dı” buyurdu.

0 comments :