22 Ocak 2017 Pazar

Şems ve Mevlana İlahi aşkın yazılışı.

Hepimiz çok iyi biliriz Mevlana ile Şems-i Tebriz’i arasındaki muhabbetin derinliğini. Tasavvuftaki ilahi aşk, bu iki Allah dostunun birbirlerini bulmasıyla yeni bir anlam kazanmıştır. Her ne kadar Şems, Mevlana’nın hocası olsa da bu sadece öğrenci öğretmen ilişkisi değildir. Bu yıllarca arayış içersinde olan iki dostun, iki sırdaşın birbirini bulmasıdır. Bu birliktelik üç yıl gibi kısa bir süre devam etmiştir ama asırlar boyu sürecek olan yeni bir ilahi aşkın temellerini atmışlardır.

Mevlana’daki dönüşüm Şems-i Tebriz’le olmuştur. Mevlana’nın hayatında Şems köşe taşını oluşturur. Eğer o olmasaydı Mevlana da olamazdı ama bildiğimiz anlamda Mevlana olmazdı. Çünkü Şems-i Tebriz’i Mevlana’nın ilham kaynağıdır. Mürşidi, sırdaşı ve dostu Şems-i Tebriz’idir. Mevlana’yı anlamaya ve araştırmaya çalışanlar mutlaka Şemsi Tebriz’iyle karşılaşırlar. Hocasını yani Tebriz’iyi anlamadan Mevlana’yı anlayamayız. Mevlana üzerine araştırmalar yapan Cemalnur Sargut: “Mevlana Şems’le karşılaşmasaydı da tüm eserleriyle dünyaya tesir edecekti ama Mevlana olmayacaktı.” der.
Şems ulaştığı mertebeye onu da ulaştırmaya çalışır. Kendi ilminden, kemalinden ve ilahi aşkından ona da tattırır. Oysa Mevlana hep ön plandadır. Şemsi Tebriz’i hep geri planda kalmıştır. Oysa Mevlana’ya ilham kaynağı olan böyle bir şahsiyetin sıradan bir şahsiyet olduğu düşünülemez. O Mevlana’yı Mevlana yapmak için görevlendirilmiş alim bir şahsiyettir. Hz. Şems’in hocası müritlerine şöyle der: “Diyar-ı Rum’da Celalettin isminde bir zatın irşat edilmesi murad edildi. Hanginiz talipsiniz? der. Hz. Şems sağ elini kalbinin üzerine koyarak boynunu sola doğru eğerek sustu, talibim kelimesini bile kullanmadı. Hocası: “ Sen anladın bu işin sonunda başını vermek var.” dedi.

29 Kasım 1244 yılında gerçekleşir bu buluşma. Bu buluşma tasavvuf anlayışında da bir dönüm noktasıdır. Buluşma şu şekilde gerçekleşmiştir:

Mevlana Konya sokaklarında yanında ilim erbabıyla at üzerinde gezerken garip görünümlü bir adam yolunu keser ve Mevlana’nın hayatını değiştirecek şu soruyu sorar: “Hz. Muhammed mi büyüktür, yoksa Bayazıd-ı Bistami mi? Molla Celaleddin bu küstahça soruya kızgınlıkla cevap verir: “Tabi ki Peygamberimiz büyük. Bayazıd-ı Bistami onun yanında kim oluyor ki…” Garip yabancı bu soruya yeni bir soruyla karşılık verir: “Peki ulaşılabilecek en son noktaya vasıl olduğu halde Peygamberimiz “Ya Rab, seni hakkıyla bilemedim’ derken ondan daha düşük makamlara ulaşan Bistami “Benim şanım en yücedir’ dedi

Mevlana üzerine araştırmalar yapan Cemalnur Sargut Şems’in bu soruyu sormadaki hikmetini şu şekilde açıklar: “Ya Mevlana her şeyi biliyorsun da ben doydum artık istemiyorum mu dedin? Yoksa doyamıyorum bana öğret mi diyorsun?

Mevlana bu soru karşısında sarsılsa da soruyu cevapsız bırakmaz: “Hz. Muhammed’in hafzalası bir okyanus misali ilahi feyzi ve marifeti almakta ama yine de dolup taşmamaktadır. Bu sebeple o ilahi rahmete mazhar oldukça Allah’ın büyüklüğünü daha idrak etmekte, kul olarak kendi acziyetinin de daha çok farkına varmaktadır. Oysa büyük bir veli olan Bayazıd-ı Bistami göl misali dolup taşmakta ve bu taşkınlıkta kendini kaybetmektedir.”

Burada anlatılmak istenen: “Peygamber daha üstün, peygamber daha doyamadı Allah’a bende doyamadım gel öğret.”

1244 yılında başlar dostluk ve yaklaşık 3 yıl sürer. Mevlana’nın hocası, dostu, sırdaşı Şems hazretleri asırlara mal olacak Mevlana’nın temellerini atmak için onun dış dünyayla bağlantılarını keser. Mevlana hazretleri kendini Şems’e verir. Artık bütün vaktini Şems’le geçirmeye başlar. Dış dünyayla bağlantısını koparır. Mevlana yeni yeni tatmaya başladığı ilahi aşk ile mest içinde bir hayat yaşar. Bu arada halk arasında ve Mevlana’nın öğrencileri arasında kıskançlıklar baş göstermeye başlar. Çünkü Mevlana artık kendileri ile ilgilenmemektedir. Şems’e karşı içten içe bir kızgınlık beslemeye başlarlar. Çünkü Şems gelmiş ve hocalarını elinden almıştır. İleri geri konuşmaya başlarlar. Bu konuşmalardan rahatsız olan Şems hazretleri ansızın ortadan kaybolur. Memleketine geri döner.

O zamanki yapılan ileri geri konuşmalar günümüzde de hale devam etmektedir. İzan sahibi insanların aklının ucundan dahi geçiremeyecekleri ağır ithamlara maruz kalmışlardır. Çok üzülerek ifade etmeliyim ki bu iki Allah dostunu eşcinsellikle bile suçlanmışlardır.

Mevlana ve Şems’in ilişkisini eşcinsellikle açıklamaya çalışanlara en başta çok kızmıştım ama artık kızmıyorum sadece acıyorum. Mevlana ve Şems’in ilişkisini eşcinsellik olarak yorumlayanlar sığ görüşlü sapkın insanlardır. Ancak aklınızda cinsellik varsa bu ilişkiyi böyle yorumlarsınız. Mevlana’yı ve Şems’i tanımayanlar ancak böyle mesnetsiz ve aşağılık bir suçlamayla böyle Allah dost kişileri karalamaya kalkışabilir. Mevlana’yı ve Şems’i az biraz tanıyanlar onların iç dünyasında ki Allah sevgisinin zerresini tadan insan böyle bir düşünceyi aklının ucundan bile geçiremez. Birbirini bu kadar çok seven iki dostun arasındaki ilişkiyi en güzel Mevlana açıklar.

Hocasından, dostundan, sırdaşından ayrı kalan Mevlana yemez, içmez, konuşmaz birisi olup çıkmıştır. Hatta yakın arkadaşları ve öğrencileri, Hz. Mevlana’ya: “Böyle kendini parçalıyorsun, harap ediyorsun ama biz sana bir soru sormak istiyoruz, müsaade ederseniz? Dediler.

“Sen Şems gelmeden evvel kimsenin şüphesi olmayan dört dörtlük bir mümindin, hocaydın, öğretmendin, müderristin. Sen her şeyi biliyordun, sana üstelik Şam’daki hocan söylemedi mi? Senin bilemeyeceğin bir şey kalmadı.” diye.

Hz. Mevlana: “Evet doğrusunuz, doğru söylüyorsunuz.” dedi. Peki, senin ibadetlerinde bir eksiklik var mıydı? Diyorlar. Mevlana: “Hayır.” diye cevap veriyor. Peki, sen Şems’ten ne öğrendin ki böyle perişansın bu haline bak? dediler.


Mevlana şu müthiş açıklamayı yaptı. Ve aslında bu açıklama Mevlana ile Şems arasındaki ilişkiyi en güzel açıklayan örnektir.

Dedi ki:
“Evet dediklerinizin hepsi doğru, fakat ben Şems’e rastlamadan önce üşüdüğüm zaman ısınıyordum, ama Şems’ten sonra artık ısınamıyorum. Çünkü Şems bana bir şey öğretti. Yeryüzünde bir tek mümin üşüyorsa, ısınma hakkına sahip değilsin. Bende biliyorum ki yeryüzünde üşüyen müminler var, artık ben ısınamıyorum. Eskiden açken bir çorba içince doyardım. Ama şimdi hiçbir şey bana bir besin hassı vermiyor. Çünkü biliyorum ki açlar var. İşte Şems bana bunu öğretti. Bu öğrettiği şeylerse Fahr-ı Kâinat efendimizin ahlakının ta kendisidir.”

Şems hazretlerinin ayrılışı Mevlana Hazretlerini derinden etkiler. Dostunu, hocasını kaybeden Mevlana dış dünya ile bağlantısını iyice koparır. Bu arada hocası ile birkaç kez mektuplaşır ve onu getirmek için ikna etmeye çalışır. En nihayetinde ikna eder. Ve eski günlerde ki gibi tekrar hocasıyla birlikte geçirmeye başlar. Yine aynı ileri geri konuşmalar devam eder. Bir geçe yedi sekiz kişilik bir grup Şems’i dışarı çağırır. Şems başına gelecekleri bilmesine rağmen çıkar. Çünkü o görevini yerine getirmiştir ve bu görevin sonunda başına gelecekleri de çok iyi bilmektedir. Çıkar çıkmaz bir Allaaah sesi duyulur. Dışarı çıkarlar Şems yoktur. Yalnız yerde birkaç damla kan görürler. Hz. Şems sırra kadem basmıştır.

Hz. Şems’in akıbeti hakkına net bir bilgiye sahip değiliz. Kuvvetle ihtimal öldürülmüştür. Ama cesedi bulunamamıştır. Sonra kim tarafından niçin öldürüldüğü de tam bir muammadır. Kimisine göre Mevlana’yı sevenlerin kıskançlığının kurbanı edilmiştir. Hatta öldürenlerin arasında Mevlana’nın küçük oğlu Alaaddin Çelebinin de olduğu rivayet edilmektedir. Kimisine göre de siyasi bir cinayettir. Moğol hükümdarı Guyuk Han’a yaranmak isteyen Anadolu Selçuklu Veziri Bahauddin tarafından öldürüldüğü öne sürülmüştür.


Bu iki Allah dostunun arasındaki muhabbet yıllarca şiirlere konu olmuştur. Günümüzde ise bu muhabbet üzerine romanlar yazılmaktadır. Ama maalesef gerekli titizlik, hassasiyet gösterilmiyor. Yanlış anlaşılmalara sebebiyet veriliyor. Farkında olarak ya da olmayarak insanların kutsiyetlerine dokunuyorlar. Ne olur bazı güzelliklerimize dokunmayın. Temiz olan şeyler ne olur bırakın temiz kalsın. Çekin ellerinizi güzelliklerimizin üzerinden.

Related Posts:

0 comments :