9 Mart 2017 Perşembe

Vuslât-ı Hakiki.

Gönlüm, sevgiliye kavuşmak için can atmıyor; bilakis hayaliyle teselli bulmayı yeğliyor. Çünkü âşık olan, sevgilisini gönlünden dışarıda bir yerde hayal etmez (dolayısıyla, zaten gönülde olan sevgili için vuslat kaygısı çekmek beyhude emektir).
Vuslat, bilindiği gibi sevenin sevdiğine kavuşması demektir. Avam için kavuşma fizikî şartlar içinde gerçekleşir; ama ârifler için kavuşma bir mânâ yolculuğu, mücerret bir lezzettir. Nitekim tasavvufta sâlikin hakikate ulaşması haline “vuslat” veya “visal” denilmiştir. Bir tür fenafillaha ererek eşyanın hakikatini hakkalyakin bilme halidir. Bunun için dervişin öncelikle vehimlerinden kurtulması, yani hakikati ve sevgiliyi arayacağı yeri iyi bilmesi gerekir. Bu bilinmeden yol yürünmez; yürünse de hak ve hakikat bulunmaz; bulunduğu zannedilse de geri dönüldüğünde emekler boşa çıkar. O halde hakiki âşığın sevgiliye visalinden maksat fiziki olmayıp ruhîdir. Bir derviş için aranacak, bulunacak veya kavuşulacak bir Tanrı yoktur; tam tersine bilinecek bir Tanrı vardır. Hz. Mûsâ’nın “Rabb’im! Bana kendini göster.” [A’raf, 143] demesinden kasıt, yarattığından ayrı, uzaklarda bir Mutlak varlık değil, eşyayı varlığıyla kuşatmış bir Allah bilgisi, yani eşyanın hakikatidir. Çünkü eşyanın hakikati görüldüğünde perde aradan kalkmış, yaratılan Yaratıcı’ya (seven sevilene) kendini terk etmiş, kendinden geçip o olmuş, visal bulmuş olur. Bu durumda vuslat derdine düşüp de sevenin sevgiliyi kendi gönlünden dışarıda araması abes, beyhude ve mantıksızdır.
Madem sevilen sevenin bütün varlığını kuşatmıştır, o halde sevenin sevgiliyi bulacağı yer kendi en değerli parçası olan kalbidir. Zaten kalpte olan bir sevgili için vuslat arzusunda bulunmak, sevgiliden gafil olmak, belki kalbin ölmesi demektir. Oysa visal, bırakınız kalbin ölmesini, mühürlenmesini, bilakis ölümsüzlüğü istemenin bir neticesidir. Ancak o vakit eşyanın hakikatine erişilebilir. Aşık Yunus
Âb-ı Hayât’ın çeşmesi âşıkların visâlidir
Kadehi dolu yürütür susamışları yakmağa
(Âşıkların vuslatı, âbıhayat çeşmesi sayılır; bu yüzdendir ki sevgili, âşıklarını yakmak için kadehi devamlı dolu sunar)” derken bunu anlatır.
Dervişin ölümsüzlük arzusuna düşmesi eşyanın hakikatini tanımasıyla mümkündür. Bunun için uzun yıllar zikir, sohbet, tefekkür ve nefis mücadelesi ile kemal ehlinin sohbetlerinde bulunup hakikatin dilini öğrenmek gerekir. İnsanlara dinin zahirini öğretecek Kur’an’ın lafzının 23 senede indirilmesi gibi kâmil insanın onun batınını, yani eşyanın hakikatini öğrenmesi de (şeraitten hakikate geçiş) ancak kademe kademe (belki de yine 23 senede) mümkün olacaktır.
Mürşitlerin, içinde ölümsüz hakikati barındıran sözleri tıpkı âbıhayat gibi müridin ölü gönüllerini diriltir ve derin tefekkürler ile onu eşyanın hakikatini düşünmeye yönlendirir. Böylece mürit, hakiki mürşidin dudağında Hakk’ı idrak sırlarını bulur. Bu sırlar dervişi aşk ile sarhoş eden şarabın ta kendisidir. Derviş sarhoş olunca daha çok şarap içmek için mürşidin dudağını âbıhayat gibi görmeye başlar. Çünkü oradan kendi kadehine (gönlüne) dolacak şarap (hakikat sırrı taşıyan sözler) onu ölümsüzlüğe (eşyanın hakikatini bilmeye) götürecektir. Bu sarhoşluk halidir ki sarhoşun vuslat için cezbelenmesine ve visali arzulamasına yol açar. Yaz sıcağında çöllerde kalmış bir yolcu için buzlu su ne ifade ediyorsa, nur âlemindeyken ete kemiğe bürünüp de aslını (eşyanın hakikatini) aramaya çalışan insan için de bir mürşidin sözleri odur. Çöl âşıkları dimağlarında hissedecekleri bir damla suyun peşindedirler; o damla yerine ulaştığında uyanırlar. Gel gelelim mürşitler susuzlara su yerine yakıcı şarap vererek onların susuzluğunu artırmaktadırlar. Aşk şarabıyla boğazları yanan âşıklar, bu yangını teskin için arka arkaya dolu talebinde bulunurlar. Bu da onların aşk yangınını artırmakta, sarhoşluklarını doruğa çıkarmaktadır. Mürşit, Hak sohbetini artırdıkça artırır, dolu üstüne dolu sunar ki âşık da içtikçe içsin ve susuzluğun ne olduğunu unutup sonunda eşyanın hakikatine erebilsin.
Dirilebilmek için nasıl ölmek zorundaysak, ayılabilmek için de sarhoş olmaya muhtacız. Visal için kemal ehli zatların dudaklarından dökülen ledünni hakikat badelerine muhtacız; ancak o feyiz dolu çeşmelerin bardaklarındaki âbıhayattır ki bize eşyanın hakikatini, kendi hakikatimizi gösterecek. Onu gördüğümüzde sevgilinin visali kaygısından geçecek O’nu içimizde bulacağız. Sokak başındaki çeşmelerden avuç avuç da içsek hakikate yürüyemeyiz. Gönlümüzden başka yerde bir sevgili bulamayacak âşıklar olmak için galiba kadehlerimizi aşk şarabı, bardaklarımızı iksir ile dolduracak rehberlere ihtiyacımız var. Hani Bizim Yunus diyor ya:
Çeşmelerden bardağın doldurmadan kor isen
Bin yıl anda durursa kendi dolası değil.

Var olupta Yokmuş gibi duran sevgili.
Var olup da yokmuş gibi duran bir sevgili vardır. Ona bağrını açmış duran bir insan vardır.
Döşünü yumruklayan, yumrukladıkça kabaran döşünün altında büyüyen ve sonra üstlendiği acıya katlanamayarak birden düşüp ölen bir insan… Âşık… Âşıklar…
Bir Kurban Bayramı’nda kurbanlık hayvanın melül mahzun bakışında yanıp kavrulmak yok mu, işte acunun bütün acılarının toplandığı yer orasıdır.
Orası, döşüne, ciğerine sığınmış, orada yitmiş, erimiş olup da halinden haber vermeyen sevgilinin yurdudur…
Oraya sığınmış olan sevgili de, sevdiğini özler. Ancak dışarıya ses vermez. Çünkü bütün sevgiler gizlidir. Bir sevginin mahremiyetini açığa vurmak cinayettir. Hem de cinayetlerin en alçakça olanı…
Ona belki bir telefonun cılız sesiyle ulaşmak bile mümkündür. Ancak has âşık asla bu pespayeliğe başvurmaz. Asla sevgisinin kelimelerini tellerin, telsizlerin emanetine terk etme bahtsızlığını yaşamaz. Çünkü sevginin emanet edilebileceği hiçbir emanetçi olmamıştır yeryüzünden. Yalnız bugün değil, başından beri, dünya kurulduğundan ve onun üzerinde âşık ruhlar yeşerdiğinden bu yana…
Kapının menteşeleri hafiften gıcırdar.
Odada bir meltemin esintisi dolanır.
Bir fısıltının merhaba diye seslenişinin işitildiği sanılır. Bütün bunlar gerçek midir?
Onu, o anda yaşayan için elbette gerçekliğin en gerçeğidir bütün fısıltılar, tüllerin havalanıp dalgalanması… Ama böyle bir şey var mıdır, olmuş mudur, olması olası mıdır? Meçhuldür. Meçhul kalmaya devam eder.
Her şey âşıkın yüreğinde olup biter. Yüreğinde ve ciğerinde…


Kussa, o anda ortalığa yanmış, kavrulmuş ciğer parçaları savrulup dökülecektir…

0 comments :