Muhammed
aleyhisselama tam ve kusursuz tâbi olabilmek için, Onu tam ve kusursuz sevmek
lazımdır. Bunun alameti de, Onun düşmanlarını düşman bilmek, Onu beğenmeyenleri
sevmemektir. Muhabbete müdahene, yani gevşeklik sığmaz. Aşıklar, sevgililerinin
divanesi olup, onlara aykırı bir şey yapamaz. Aykırı gidenlerle uyuşamaz. İki
zıd şeyin muhabbeti bir kalbde, bir arada yerleşemez. İki zıddan birini sevmek,
diğerine düşmanlığı icap eder.
Resulullahı
sevmek, bütün Müslümanlara farz-ı ayndır. Onun sevgisi bir gönüle yerleşirse,
İslamiyet’i yaşama, imanın ve İslam’ın tadına, doyulmaz zevkine ermek ne kadar
kolay olur. Bu sevgi, iki cihanın efendisine tam uymaya sebeptir. Bu sevgiyle
Allahü teâlânın Habibine ikram ettiği sonsuz ve tarife sığmaz nimetlere ve
bereketlere kavuşmakla şereflenilir. Küçük, büyük her Müslümanı doğrudan
doğruya Resulullahın sevgisine götüren Ehl-i sünnet âlimleri ve kitapları bu
bereketlerin senetleridir.
Bu dünya
nimetleri geçicidir ve aldatıcıdır. Bugün senin ise, yarın başkasınındır.
Ahirette ele girecekler ise sonsuzdur ve dünyada iken kazanılır. Bu birkaç
günlük hayat, eğer dünya ve ahiretin en kıymetli insanı olan, Muhammed
aleyhisselama tâbi olarak geçirilirse, seadet-i ebediyye, sonsuz necat,
kurtuluş umulur. Yoksa Ona tâbi olmadıkça, her şey, hiçtir. Ona uymadıkça, her
yapılan hayır, iyilik, burada kalır, ahirette ele bir şey geçmez.
Ahirette
Cehennemden kurtulmak, yalnız Muhammed aleyhisselama tâbi olanlara mahsustur.
Dünyada yapılan hayrat ve hasenat, yani bütün iyilikler, bütün keşfler, bütün
hâller ve bütün ilimler Resulullahın yolunda bulunmak şartı ile, ahirette işe
yarar. Yoksa, Allahü teâlânın sevgili Peygamberine tâbi olmayanların yaptığı
her iyilik, dünyada kalır ve ahiretin harap olmasına sebep olur. Yani, iyilik
şeklinde görünen, birer istidractan başka bir şey olamaz.
Kur’an-ı
kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kimi, ona
[Muhammed aleyhisselama] iman etti, kimi de, ondan yüz çevirdi ki, bunlara da
çılgın ateşli Cehennem yetti. Âyetlerimizi inkâr eden kâfirleri elbette ateşe
atacağız.) [Nisa 55-56]
(Rablerini
inkâr edenlerin [imansızların faydalı] işleri, fırtınalı bir günde, rüzgarın
şiddetle savurduğu küle benzer; o işlerin hiç faydası olmaz.) [İbrahim 18]
(Kıyamette
onların yaptıkları her işi toz duman ederiz.) [Furkan 23]
(Kıyamette
en çok ziyana uğrayanlar, iyi işler yaptıklarını sanıp da, bütün çabaları boşa
gidenlerdir.) [Kehf 103-104]
Bir kimse,
binlerce sene ibadet etse ve ömrünü, nefsini temizlemekle geçirse ve güzel
huyları ile yanındakilere ve keşf ettiği aletler ile, bütün insanlara faydalı
olsa, Muhammed aleyhisselama tâbi olmadıkça, İslam dinine inanıp müslüman
olmadıkça ebedi saadete kavuşamaz.
İşte âyet-i
kerime mealleri:
(Allah
indinde hak din ancak İslam’dır.) [A.İmran 19]
(Sizin için
din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3]
(Kim
İslam’dan başka din ararsa, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.) [A.İmran 85]
(Allah’a
itaat edin, Peygambere itaat edin. İşlerinizi boşa çıkarmayın.) [Muhammed, 33]
(Kim Allah’a
ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu, içlerinden ırmaklar akan Cennetlere
koyar. Kim yüz çevirirse, onu can yakıcı azaba uğratır.) [Feth 17]
(Yüzleri
ateşte evrilip çevrildiği gün: Eyvah bize! Keşke Allah’a itaat etseydik,
Peygambere de itaat etseydik! derler.) [Ahzab 66]
Ahirette
azaplardan kurtulmak, ancak Muhammed aleyhisselama tâbi olmaya bağlıdır. Onun
gösterdiği yolda giden, Allahü teâlânın sevgisine kavuşur. Ona tâbi olan,
Allahü teâlâya sadık kul olmak saadetine erer. Dünyaya gelmiş olan
yüzyirmidörtbinden ziyade Peygamberin en büyükleri, Ona tâbi olmayı istemiştir.
Musa aleyhisselam Onun zamanında bulunsaydı, o büyüklüğü ile beraber, Ona tâbi
olmayı severdi. İsa aleyhisselamın gökten inip, Onun dini yolunda yürüyeceğini
herkes bilir. Onun ümmeti olan müslümanlar, Ona tâbi oldukları için, bütün
insanların hayırlısı ve en iyileri oldu. Cennete gireceklerin çoğu bunlar oldu
ve Cennete herkesten önce gireceklerdir.
Ona tâbi
olmak, yani Ona uymak, Onun gittiği yolda yürümektir. Onun yolu, Kur’an-ı
kerimin gösterdiği yoldur. Bu yola İslam Dini denir. Ona uymak için, önce iman
etmek, sonra Müslümanlığı iyice öğrenmek, sonra farzları eda edip, haramlardan
kaçınmak, daha sonra, sünnetleri yapıp mekruhlardan kaçınmak lazımdır.
Bunlardan sonra, mubahlarda da Ona uymaya çalışmalıdır.
İman etmek,
Ona tâbi olmaya başlamak ve saadet kapısından içeri girmek demektir. Allahü
teâlâ Onu, dünyadaki bütün insanları ebedi saadete davet için gönderdi.
Âyet-i
kerimelerde mealen buyuruldu ki:
(Biz seni
âlemlere rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107]
(Resulullahta
sizin için [uyulması gereken] güzel örnekler vardır.) [Ahzab 21]
Ona tâbi
olarak yapılanlar makbuldür. Mesela, Ona uyan bir kimsenin, gün ortasında bir
parça uyuması, Ona uymaksızın, birçok geceyi ibadetle geçirmekten, kat kat daha
kıymetlidir. Çünkü, kaylule etmek, yani öğleden önce biraz uyumak âdet-i
şerifesi idi.
Mesela Onun
dini emrettiği için, bayram günü oruç tutmamak ve yiyip içmek, Onun dininde
bulunmayıp senelerce tutulan oruçlardan daha kıymetlidir. Onun dininin emri ile
fakire verilen az bir şey ki, buna zekat denir, kendi arzusu ile, dağ kadar
altın sadaka vermekten daha efdaldir.
Emir-ül-müminin
Ömer radıyallahü anh bir sabah namazını cemaatle kıldıktan sonra, cemaate
bakıp, bir kimseyi göremeyince sordu: Eshabı; “Geceleri sabaha kadar ibadet
ediyor. Belki şimdi uyku bastırmıştır” deyince, Emir-ül-müminin; “Keşke bütün
gece uyuyup da, sabah namazını cemaatle kılsaydı, daha iyi olurdu” buyurdu.
İslamiyet’ten
sapıtmış olanlar, sıkıntı çekip ve mücahede edip, nefslerini körletiyor ise de,
İslamiyet’e uygun yapmadıklarından kıymetsizdir ve hakirdir. Eğer bu
çalışmalarına ücret hasıl olursa, dünyada birkaç menfaatten ibaret kalır.
Halbuki, dünyanın hepsinin kıymeti ve ehemmiyeti nedir ki, bunun birkaçının
itibarı olsun. Bunlar, mesela çöpçüye benzer ki, çöpçüler herkesten daha çok
çalışır ve yorulur. Ücretleri de herkesten aşağıdır. İslamiyet’e tâbi olanlar
ise, latif cevahir ve kıymetli elmaslar ile meşgul olan mücevherciler gibidir.
Bunların işi az, kazançları pek çoktur. Bazen bir saatlik çalışmaları, yüz
binlerce senenin kazancını hasıl eder. Bunun sebebi şudur ki, İslamiyet’e uygun
olan amel, Hak teâlânın makbulüdür, çok beğenir.
Böyle
olduğunu kendi kitabının çok yerinde bildirmiştir. Mesela, Âl-i İmran suresi,
otuz birinci âyetinde mealen; “Ey sevgili Peygamberim! Onlara de ki, eğer
Allah’ı seviyorsanız ve Allah’ın da, sizi sevmesini istiyorsanız, bana tâbi
olunuz! Allah bana tâbi olanları sever” buyuruyor.
İslamiyet’e
uymayan şeylerin hiç birini Hak teâlâ sevmez, beğenmez. Sevilmeyen,
beğenilmeyen şeye sevap verilir mi? Belki cezaya sebep olur.
Cenab-ı Hak,
Kur’an-ı kerimde, Nisa suresi, sekseninci âyetinde, Muhammed aleyhisselama
itaat etmenin, kendisine itaat etmek olduğunu bildiriyor. O halde, Onun
Resulüne itaat edilmedikçe, Ona itaat edilmiş olmaz. Bunun pek kat’i ve
kuvvetli olduğunu bildirmek için, âyet-i kerimede; “Elbette muhakkak böyledir”
buyurdu ve bazı doğru düşünmeyenlerin, bu iki itaati birbirinden ayrı
görmelerine meydan bırakmadı. Âyet-i kerimede mealen buyuruldu ki:
(Allah ile
resullerinin emirlerini birbirinden ayırıp ikisi arasında bir yol tutmak
isteyen kâfirdir.) [Nisa 150,151]
Bütün
insanlara önce lazım olan şey, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında
bildirdikleri gibi bir iman ve itikad edinmektir. Peygamberimiz Muhammed
aleyhisselamın yolunu bildiren, Kur’an-ı kerimden murad-ı ilahiyi anlayan,
hadis-i şeriflerden murad-ı peygamberiyi çıkaran bu büyük âlimlerdir. Kıyamette
kurtuluş yolu, bunların gösterdiği yoldur. Allah’ın Peygamberinin ve Onun
Eshabının yolunu kitaplara geçiren, değiştirilmekten ve bozulmaktan koruyan,
Ehl-i sünnet âlimleridir.
Ehl-i
sünnetin reisi, imam-ı a’zam Ebu Hanife Nu’man bin Sabit’tir (radıyallahü teâlâ
anh).
Evliyanın
büyüklerinden Sehl bin Abdullah Tüsteri hazretleri buyuruyor ki:
“Eğer Musa
ve İsa aleyhimesselamın ümmetlerinde, imam-ı a’zam Ebu Hanife gibi bir zat
bulunsaydı, bunlar Yahudiliğe ve Hristiyanlığa dönmezdi.”
Muhammed
aleyhisselama tâbi olmak ahkam-ı İslamiyeyi yani İslam dininin emirlerini
beğenip, seve seve yapmak ve Onun emirlerini, İslamiyet’in kıymet verdiği üstün
tuttuğu şeyleri ve âlimlerini, salihlerini büyük bilip, hürmet etmektir ve Onun
dinini yaymaya uğraşmak demektir ve dinine uymak istemeyenleri, beğenmeyenleri,
aldırış etmeyenleri zelil, hakir ve aşağı tutmaktır.
İki cihan
saadetine kavuşmak, ancak ve yalnız, dünya ve ahiretin efendisi olan, Muhammed
aleyhisselama tâbi olmaya bağlıdır. Ona tâbi olmak için iman etmek ve ahkam-ı
İslamiyeyi öğrenmek ve yapmak lazımdır.
Resulullah
efendimize tâbi olmak yedi derecedir:
Birincisi,
Ahkam-ı İslamiyeye inanarak, bunları öğrenmek ve yapmaktır. Bütün Müslümanların
ve âlimlerin ve zahidlerin ve abidlerin tâbi olması, bu derecededir. Bunların
nefsleri iman etmemiştir. Allahü teâlâ, merhamet ederek, yalnız kalbin imanını
kabul etmektedir.
İkincisi,
emirleri yapmakla beraber, Resulullah efendimizin bütün sözlerini ve âdetlerini
yapmak ve kalbi kötü huylardan temizlemektir. Tasavvuf yolunda yürüyenler bu
derecededir.
Üçüncüsü,
Resulullah efendimizde bulunan hallere zevklere ve kalbe doğan şeylere de tâbi
olmaktır. Bu derece, tasavvufun “vilayet-i hassa” dediği makamda ele geçer.
Burada, nefs de iman ve itaat eder ve bütün ibadetler, hakiki ve kusursuz olur.
Dördüncüsü,
ibadetler gibi bütün hayırlı işler hakiki ve kusursuz olmaktır. Bu derece,
ulema-i rasihin denilen büyüklere mahsustur. Bu rasih ilimli âlimler, Kur’an-ı
kerimin ve hadis-i şeriflerin derin manalarını ve işaretlerini anlar. Bütün
Peygamberlerin eshabı böyle idi. Hepsinin nefsleri iman etmiş, mutmainne
olmuştur. Böyle tâbi olmak, ya tasavvuf ve vilayet yolundan ilerleyenlere veya
bütün sünnetlere yapışarak bütün bid’atlerden kaçanlara nasip olur. Bugün,
dünyayı bid’at kaplamış, sünnetler gayb olmuştur. Bugün, sünnetleri bulup
yapışmak ve bid’at deryasından kurtulmak çok zordur. Bid’atler, âdet hâlini
almıştır. Halbuki âdetler ne kadar yerleşmiş ve yayılmış olsalar ve ne kadar
güzel görünseler de, din ve sünnet olamaz.
Beşincisi,
Resulullah efendimize mahsus kemalata, yüksekliklere tâbi olmaktır. Bu kemalat,
ilim ve ibadetle ele geçemez. Ancak, Allahü teâlâdan, lütuf ve ihsan ile gelir.
Bu derecede olanlar, büyük Peygamberler ve bu ümmetin pek az büyükleridir.
Altıncısı,
Resulullah efendimizin mahbubiyyet ve ma’şukiyyet denilen kemalatına,
olgunluklarına tâbi olmaktır ki, Allahü teâlânın çok sevdiklerine mahsustur ve
lütuf ile ele geçmez, muhabbet lazımdır.
Yedinci
derece, insan vücudunun her zerresinin tâbi olmasıdır. Tâbi metbua o kadar
benzer ki, tâbi olmaklık aradan kalkar. Bunlar da, sanki Resulullah efendimiz
gibi, aynı kaynaktan, her şeyi alır.
Ona uymanın
ufak bir zerresi bütün dünya nimetlerinden ve ahiret saadetlerinden kat kat
üstündür. İnsanlık meziyeti ve şerefi Ona tâbi olmaktır. Resulullah efendimize
uymak için Müslümanların Ehl-i sünnetin dört hak mezhebinden birinde olmaları
temel şarttır.
Ey saadete
kavuşmak isteyen akıl sahipleri! Bütün gücünüzle Ona tâbi olmaya çalışınız! Bu
devlete, bu nimete mani olan her şeyden kaçınız! Harikalar gösteren bir din
yobazını ve yüksek mevkiler, diplomalar ele geçirmiş olan bir fen yobazını,
yani Ona tâbi olmak şerefinden mahrum olan bir cahili, bir gafili görürseniz, bunun
sözlerinin, yazılarının, radyolardaki, televizyonlardaki saçmalarının,
yalanlarının, insanı felakete sürükleyeceğini ve hiç böyle gösteriş yapmayan,
fakat çok dikkat ile ve titizlikle Ona tâbi olana inanmanın, Onu sevmenin,
felaketlerden kurtarıcı çok kıymetli ilaç olduğunu biliniz! [Yalnız Kur’an
diyen, Kur’anı getirmekle vazifesi bitti, O postacıydı diyen, Kelime-i
şehadetin ikinci kısmına yani Muhammedün Resulullah demeye lüzum yoktur diyen
din düşmanlarına inanmayı, yollarında bulunmayı felaket biliniz. Yaralı
aslandan daha fazla bunlardan kaçınız.]
“Hepiniz bir
sürünün çobanı gibisiniz!”
Ona tâbi
olmak (Ahkam-ı İslamiye)yi beğenip, seve seve yapmak ve Onun emirlerini ve
İslamiyet’in kıymet verdiği, üstün tuttuğu şeyleri ve âlimlerini, salihlerini
büyük bilip, hürmet etmektir ve Onun dinini yaymaya uğraşmak demektir ve Allahü
teâlânın emirlerine uymak istemeyenleri sevmemektir.
Hadis-i
şeriflerde buyuruldu ki;
(Hepiniz bir
sürünün çobanı gibisiniz. Çoban sürüsünü koruduğu gibi, siz de evlerinizde ve
emirleriniz altında olanları Cehennemden korumalısınız! Onlara Müslümanlığı
öğretmelisiniz! Öğretmez iseniz mesul olacaksınız.) [Müslim]
(Bir
müslümanın evladı ibadet edince, kazandığı sevap kadar, babasına da verilir.
Bir kimse, çocuğuna fısk, günah öğretirse, bu çocuk ne kadar günah işlerse,
babasına da o kadar günah yazılır.) [S. Ebediyye]
Din-i
İslam’ın temeli, imanı, farzları ve haramları öğrenmek ve öğretmektir. Allahü
teâlâ, Peygamberleri bunun için göndermiştir. Gençlere bunlar öğretilmediği
zaman, İslamiyet yıkılır, yok olur. Allahü teâlâ, müslümanlara (Emr-i maruf)
yapmayı emrediyor. Yani, benim emirlerimi, bildiriniz, öğretiniz diyor ve
(Nehy-i anilmünker) emrediyor. Yani, yasak ettiğim haramları bildiriniz ve
yapılmasına razı olmayınız, diyor.
Hadis-i
şeriflerde buyuruldu ki:
(Birbirinize
Müslümanlığı öğretiniz. Emr-i marufu bırakır iseniz, Allahü teâlâ, en kötünüzü
başınıza musallat eder ve dualarınızı kabul etmez.) [Bezzar]
(Bütün
ibadetlere verilen sevap, Allah yolunda gazaya verilen sevaba göre, deniz
yanında bir damla su gibidir. Gazanın sevabı da, emr-i maruf ve nehy-i anilmünker
sevabı yanında, denize nazaran bir damla su gibidir.) [Deylemi]
0 comments :
Yorum Gönder