Hacı Bayram Veli Hz.lerinin ilahisinin açıklaması...
Hikmetler denizinin dalgalanması sebebiyle
Sultan Hacı Bayram Veli hazretleri buyurdu ki:
Çalabım bir şâr yaratmış iki cihân âresinde;
Türk dili sözlüğünde “Çalap” Allah demektir.
Ve “Şâr”(şehir, belde) sözü ile anlatılmak istenen “Cem’ü’l-Cem” denilen
şehirdir. Ve “Mahrusa-ı hakikat” tir. (hakikat ile ilgili büyük şehirdir)
Beyitte ifade edilen “Yaratmış” sözündeki mânâ: Gösterdi, meydana çıkardı.
Çünkü yaratmış olmak, mânâ ile ilgili vücuttan görünürde olan vücuda gelinmiş
olmadır. Sadece görünürlüğe ilgi gösteren bilgi sahiplerinin: “Yoktan meydana
gelmek vardır.” dedikleri gibi değildir. Beyitte ifade edilen “İki cihan”
sözündeki mânâ: Biri “Hüviyet” diğeri ise “Eniyyet”. Hüviyet; Hakk’ın batın
yönüdür. Eniyyet; Hakk’ın zahir yönü (görünürlüğüdür).
Beyit bütünlüğü ile mâna: Hüviyyet olan sıfat
ve Eniyyet olan suretler arasında hakikat şehri ve büyük şehir Cem’ü’l-Cem’i,
Çalap meydana çıkardı. Ve ol hakikat ile ilgili büyük şehir, bu iki cihânı
içine alan olduğu için “Cem’ü’l-Cem” ismi verildi. Hüviyyet olan cihân batın,
yani sıfattır. Eniyyet olan cihân zahir, yani görünürde olan suretlerdir. Bu
şekilde ifade edilen iki cihânı câmi’(içine alan, kaplayan) hakikat şehri ve
Cem’ü’l-Cem’; bir yanı var ki Çalap’tır. Anılmış olan iki cihânı kaplayandır.
Kasas suresinde, 28/30. “Ey Musa! Âlemlerin Rabbi Allah benim, ben.” Hikmeti
gereğince; “İnni” (benim) sözü Hüviyyet cihânı, “Ene”(ben) sözü Eniyyet
cihanına işarettir. Ve “Allah” sözü her ikisini kaplayan olup Türkçesi
Çalap’tır. Bunun için Hakk’a nispet etme ile şah Hacı Bayram Veli hazretleri
buyurmuştur ki:
Bakıcak dîdar görünür ol şârın kenâresinde;
Dîdar (yüz, çehre) görmeyen yoktur. Yani,
halkın tamamı dîdar görür. Fakat cahillik sebebiyle dîdardan habersiz
olduklarından görmüyorlar ve görünmez derler. Cahillikleri kendilerine perde
olmuştur. Oysa dîdarı örtebilecek bir perde yoktur. Meselâ: Devlet başkanı
kılık değiştirip saltanat köşkünden ayrılıp halk arasına karışıp gezer olsa,
onu evvelce tanıyan değişik kılıkta da görse yine tanır, fakat evvelce bilmeyen
tanımaz. Hatta tanıyan bir kişi, tanımayan bir kişiye: “Şimdi buradan devlet
balkanı geçti gördün mü?” Diye sorsa, o kişi rahatlıkla “görmedim” cevabını
verir. Belki görmediğine yemin de edebilir.
Beyit bütünlüğü ile mânâ: Bilgisizlik perde
olmasa bakıldığında dîdar görünür ol şârın kenarında. Yani, suretlerin dışına
çıkıldığında eniyyetle görürsün. Çünkü dîdarı görmekte kesret (çokluk) vardır.
“Râi” (rü’yeteden, gören, görücü) “Me’ri” (gözle görülen) çokluğu yönüyledir.
Ve gözle görülmekte olan dîdar, Zat, Sıfat ve Ef’al’dir. Şâr (şehir) kenarı
olan ef’al ilk müşahede edilendir. Ve ef’al den sıfat, sıfattan zat görünür. Hüviyyet
ise, şehrin kendisi olduğundan onda görmek yoktur. Bazıları dediler ki: “Biz,
gördük hareket edenleri. ” Bazısı: “Biz,
gördük hareket ettirilenleri.” Bir başkaları: “Biz, gördük hareket ettireni.”
Allah sırlarını kutlu kılsın Şeyh Küşterî hazretleri, düzenlemiş olduğu Karagöz
adlı gölge oyunu ile: Oynayan, oynatılan ve oynatanı, bilgisiz olanların
bilgisizliklerine ve şühud ehli olan velilerin dîdar görmelerine ve hakikat
ehli olanların ayni hüviyette olmalarına misal yapmış oldu. Gerçeği bilmeyen
kişi, perde arkasında hareket eden ve konuşanı görmez, sadece gölge olan
suretleri görür. Ve bilen kişi, perde kenarından bakar ki, hareket ettiren ve
konuşan suretler değildir. Hareket edenden hareket ettireni ve konuşulandan
konuşanı müşahede eder. Fakat perde arkasına geçmiş olan asla suretleri gören
olmaz. Belki perde arkasına geçmiş suretlerden birisi olur. Böylece ol şâra
(şehre) dâhil olursa, şehirden sayılır. Hazret-i Sultan Bayram Veli, Allah
sırlarını kutlu kılsın, yüce sırdan bir nefes edip buyurur ki:
Nâgehân ol şâra vardım ol şârı yapılır gördüm;
Ey muhterem kişiler! İfade edilmeye çalışılan
o şehrin dört sûr’u (duvarı) vardır. Birincisi: Tecell-i Ef’al duvarıdır. İşler
sebebiyle dîdarı müşahede etmektir.
İkincisi:
Tecell-i Esma duvarıdır. İsimler sebebiyle dîdarı müşahede etmektir.
Üçüncüsü:
Tecell-i Sıfat duvarıdır. Sıfat dolayısıyla dîdarı müşahede etmektir.
Dördüncüsü:
Zat duvarıdır. Zat sebebiyle dîdarı müşahede etmektir. Bu dört duvarı aşmadan
ol şehre varılmaz.
Beyit
bütünlüğü ile mânâ: Tecelliler olan ef’al, esma, sıfat ve zat, tamamını aşmış
oldum. Anılmış olan tecellilerde hakiki olan süluk’ u tamam ettim. Nâgehân
(birdenbire) hakikat şehrine girdim. Gördüm ki, ol şehir her anda teceddüd (yenilenme)
ile yapılır. Her anda bir güzellik, görünür olur gördüm. Ve kendime bakmış
oldum. Ol şehirden bir bölüm olduğumdan her anda cemâl ile ilgili güzelliğim
yokluk ile bekâ arasında yapılmakta idi. Ve böylece güzellikler içinde Hazret-i
Hacı Bayram Veli buyurdu ki:
Ben dahi yapıldım taş ve toprak âresinde;
Taş ile anlatılmak istenen “Bekâ billâh” ve toprak “Fenafillâh” ki, ileri geçen ey
muhterem kişi, bir anda iki tecelli olmaz.
‘Abes (boş şeyle uğraşma) lâzım gelir. İki anda bir tecelli olmaz.
Tahsil-i hâsıl (açığa çıkanı elde etmek) lâzım gelir. Bundan bilinmiş oldu ki,
her anda bir tecelli olur. Kuran-ı kerimde olan Kamer suresinde, 54/50.Emrimiz
bir tektir, bir göz kırpması gibidir. Ve Rahman suresinde, 55/29. O, her an
yeni bir iş ve oluştadır. Buyrulmuştur. An sözü ile anlatılmak istenen İlâh
katında olan an, yani zamanıdır. Bundan dolayı, yüce Hakk’a arif olan hazret-i
Hacı Bayram Veli buyurur ki:
Ol şârdan oklar atılır gelir ciğerlere batılır
Arifler sözü
satılır ol şârın pazaresinde:
Önceki anlatıma benzese de oklar ile
anlatılmak istenen; İlâh ile ilgili kaplayıcı tecelliler olup araştırma
neticesinde asıl ile ilgili olup kullanma amacı ile başka yerden ödünç alınıp
açıkça söylenenlerdir. Benzer oklar: İlâh ile benzetmeler. Bir şeyi bir başka
şeye olan benzetme, eksilmeyen tesirlerin ilgisidir. Fakat bir şeyi bir başka
şeye olan benzetme evvelkilere nispetle hissidir, başka bir nispetten dolayı
ise manevidir. Ve arifler sözünden deyimi ile anlatılmak istenen: Ariflerin
kendilerine ihsan edilip bereketlenmiş oldukları hikmetlerini birbirine
aktarmalarıdır. Çünkü ihsan edilmiş hikmetleri birbirinden saklamak ve mahrum
etmek, şanlarından değildir, yani hikmeti arif kardeşinden saklamış olmak, arif’e
yakışan bir davranış değildir. Pazar yerinde satılır sözü ile anlatılmak
istenen ise: Yüce İlâh katından olan bereketlenmeleri Pazar yeri olan meclise
saçarlar. Onlarda asla kıskanmak yoktur. Böyle bir davranış Hz. Peygamberden
ödünç alınan bir değerdir, iyice anlamak gerekir. Âşık ve ma’şûk una ulaşmış
Mevlana Hacı Bayram Veli, yüce sırları kutlu olsun buyurur ki:
Şâkirdler taş yonarlar yonup üstâda sunarlar
Çalab’ın
ismin anarlar ol taşın her pâresinde;
Şâkirdler (talebe, çırak, stajyer olanlar) Hak
ile ilgili bekâ mertebeler ehli, eksiksiz ayılma, yani tam olarak kendine gelme
makamlarında olanlardır. Onlar taş yontmaktadırlar, yani sarhoşluk hâlinin
sonraya kalmışlığından tam uyanıklıktan anlatılmak istenen: Sarhoşluğun
(kendinden geçme halinin) sonraya kalma (bakiye) halinden tam olarak temiz olma
gayretindedirler. Çünkü kendinden geçme (sarhoşluk) hâl’dir, makam değildir.
Hâl’e değer verilmez. İkinci beyitte anılmış olan taş, toprak ile anlatılmak
istenen: Taş, toprak; Araştırılıp doğruluğu belli, asıl ile ilgili ödünç alınıp
açıkça söylenenlerdir. “Taş” Beka-billâhtır. Yok, olma makamına işaret edilir.
“Toprak” kelimesi ile yokluk ve sarhoşluk hali anlatılmak istenir. Ve sözü
edilen sarhoşluğun (kendinden geçme halinin) üç mertebesi (derecesi) vardır,
yok olmanın üç mertebesi olduğu gibi. Taşın yontulup üstâda sunarlar denilmesi:
Yani, bekâ ve yok olmaları tamam olduğunda, sarhoşluktan asla sonraya
kalmışlıkları olmayıp dikkatlilik ehli mertebelerine ulaşmış olurlar. Üstâd ve
hakikat varisi onlardır. Fakat gerek üç sarhoşluk hali ve üç yok olma makamı,
Zat isminin zikri zorunluluğu ile yakınlaşmış olsa yani, tüm organ ve değerleri
ve zahir ve batın buyruğu olan sözleri ister istemez kâmil mürşidin nefesiyle
anmış olurlar. Sırları kutlu olsun ki, Hazret-i Hacı Bayram Veli efendimiz
buyurur:
Bu sözü ârifler anlar câhiller bilmeyip tanlar
Hacı Bayrâm
kendi banlar ol şârın minâresinde;
Ol şehrin minâresi, Hz. Muhammed (s.a.v) ile
ilgili makam olan Ahadiyyetü’l-Cem’ makamına davettir. Ve bu makama
erişildiğinde kişi, orada halife ve mürşit olamaz. Kendine ait olmayan, Ödünç
(geçici) olduğu belirtmedir. Hatta davette bulunan güzel sözler o makama
işarettir. Güzel sözler “Ezan-ı Muhammedi”dir. Bundan dolayı bilinmiştir ki,
davet edici ârifler üç kısımdır. Bir kısım davet ediciler için, Hz. Peygamber
efendimiz: “Peygamberlerin varisleri âlimlerdir.” Ve “Ümmetimin âlimleri İsrail
oğulları nebileri (peygamberleri) gibidir.”
Sözlerini ifade etmiştir. Bir diğer kısım davet edici arifler, “Resul”
gibidirler. Ve bir diğer kısmı, davet edici Resul ayarında kâmillere âmir olan
zatlardır. Onlar, “Ulü’l-azm mine’r-rüsul” ayarındadırlar. Ve bu zatlar Gavs ve
Kutub, “İmam-ıA’zam”-“İmam-ı Şâfiî” gibi tasarruf sahibi seçkin kâmillerdendir.
Bu risâle (mektup) tamam oldu Hu…
Başarılı kılan ve uygunlaştıran yoktur. Yüce
Allah’tan başka…
Pir Seyyid Muhammed Nur
0 comments :
Yorum Gönder