Bursayı
bilenler Emir Sultanı duymuşlardır.Hikayesini biliyor musunuz? Uzun bir hikaye
ama zevkle okuyacaksınız! Allah dostlarından çok sevdiğim Emir Sultanın
hikayesi…Uzunca ama değer okumaya…
Buharalı Seyyid … EMİR SULTAN
Seyyid Muhammed Buhara’da doğar. Kendini bildi bileli ilim meclislerine koşar. Okur, okutur, öğrenir, öğretir, hasılı iyi yetişir. Babasının (Seyyid Emir Külâl hazretleri’nin) vefatı üzerine Medine’ye yerleşmeye niyetlenir. Artık Alemlerin Efendisine komşu olmalı ve ömrünün sonuna kadar kalmalıdır orada. Nitekim önce hacceder, sonra Münevver Belde’ye geçer. Ama bakın şu işe ki, o yıl görülmedik bir kalabalık vardır. Yine de misafirhanelerden birinde kıvrılıp uyuyacak kadar olsun bir yer bulur, döşeğini serer. Ancak binaya bakanlar alelacele gelir, başına dikilirler. ‘Ama efendim’ derler, ‘orası Seyyidlere ayrıldı’ Seyyid Muhammed güler. ‘İyi ya’ der, ‘Ben de Seyyidim zaten.’ Görevliler ‘Hadi canım sen de’ demezler belki, lâkin delil isterler. Seyyid Muhammed ellerini çaresizlikle açar, boynunu büker, ‘Buraların yabancısıyım, söyleyin kim şahit olsun bana?’ der.
-Peki ama,
biz nasıl inanalım sana?
-Durun.
Bir şahit buldum galiba.
-Kimi?
-Dedemi!
Seyyid
Muhammed ‘Buyrun!’ der, önlerine düşer. Mescid-i Nebi’ye gelirler. Genç Seyyid
kabre döner, ‘Esselamü âleyküm ya ceddi!’ der. Kabirden çok tatlı bir ses
duyulur ‘Ve âleyküm selâm ya veledi!’
İSTİKAMET ANADOLU
Seyyid Muhammed Medine’de yerleşmeye niyetlidir, ancak bir gece rüyasında Resulullah Efendimiz’le, Hazret-i Ali’yi görür. Ona, Anadolu’ya gitmesi emredilir. Üç nurdan kandili takip edecek, kandillerin söndüğü yerde yerleşecektir.
Seyyid Muhammed uyandığında kandilleri karşısında bulur. Hemen o gün hazırlanır, çıkar yola. Seyahat haftalar sürer ve bir gün kandiller söner. Uludağ eteklerinde yemyeşil bir beldededir şimdi… Bursa’da!
İSTİKAMET ANADOLU
Seyyid Muhammed Medine’de yerleşmeye niyetlidir, ancak bir gece rüyasında Resulullah Efendimiz’le, Hazret-i Ali’yi görür. Ona, Anadolu’ya gitmesi emredilir. Üç nurdan kandili takip edecek, kandillerin söndüğü yerde yerleşecektir.
Seyyid Muhammed uyandığında kandilleri karşısında bulur. Hemen o gün hazırlanır, çıkar yola. Seyahat haftalar sürer ve bir gün kandiller söner. Uludağ eteklerinde yemyeşil bir beldededir şimdi… Bursa’da!
Yöre halkı
onu keşfetmekte gecikmez. Etrafında halka olur sohbetine katılırlar. Hatta
Sultan derler ona. Emir Sultan!
O günlerde
Yıldırım Bayezid Macarlar’la savaşmaktadır. İki tarafta güçlü, haliyle kayıplar
büyüktür. Yaralılar öylesine çoktur ki çadırlardan taşar. Üstelik cerrah
sıkıntıları vardır. Ancak, revirde o güne kadar tanımadıkları bir genç
peydahlanır. Görünüşe bakılırsa son derece mahir bir hekimdir. Hatta günün
birinde sultanın kolundaki yarayı sarar. Kesik derindir, ama tutkalla
yapıştırılmışçasına iyileşir. İzi bile kalmaz. Yıldırım Bâyezid sargıyı
çözerken hayretten dilini yutar. Zira bu hanımının nişanlıyken kendisine
verdiği mendilin yarısıdır. Sırrı bilmek ister. Ama esrarengiz genç yoktur
ortalıkta.
Niğbolu müstahkem bir kaledir. Osmanlı ordusu büyük kayıplar vermesine rağmen tek taş sökemez. Görünen o ki, bu gidişle kaleye girmeleri ham hâyâldir. Ama Yıldırım kolay pes etmez. Büyük bir âzimle yürür surların üstüne. Tam ümidini yitirmek üzeredir ki, kale kapısı açılır. Osmanlı ordusunu âdeta içeri buyur eden genç kolundaki yarayı saran hekimin ta kendisidir.
FATIMA SULTAN’IN RÜYASI
Yıldırım o yıl Edirne’de konaklar. Ailesi Bursa’dadır. Bâyezid’in Hundi Fatıma adında hâya ve takva sahibi bir kerimesi vardır. Bu kızcağız bir gece rüyasında Efendimiz’i görür. Ondan Muhammed Buhari ile evlenmesi istenir. Ama kızcağız edebinden kimseye bir şey söyleyemez. Ertesi gün Server-i Kainat yine rüyasını şereflendirir ve ‘Eğer’ buyururlar, ‘Ahirette şefaatime kavuşmak istiyorsan dinle beni!’
Hundi Fatıma Sultan’ın talibi çoktur. Adı büyük paşalarla, namlı beyler sıradadır. Görünüşte Emir Sultan gibi fakir ve garip biri onlarla aşık atamaz. Ancak Hundi Sultan kararlıdır. Bedeli ne olursa olsun Emir Sultan’la evlenecektir. Ama sırrını kimselere açamaz. Hem Emir Sultan’ın Efendimizin emrinden haberi var mıdır acaba?
Çok geçmez. Bir gün Emir Sultan dünür yollar saraya. Valide sultan dudak büker. Açıktan açığa ‘olmaz!’ demez; ama öyle demeye getirir. ‘Söyleyin ona’ der, ‘kırk deve yükü altın getirsin, alsın kızımı!’
Niğbolu müstahkem bir kaledir. Osmanlı ordusu büyük kayıplar vermesine rağmen tek taş sökemez. Görünen o ki, bu gidişle kaleye girmeleri ham hâyâldir. Ama Yıldırım kolay pes etmez. Büyük bir âzimle yürür surların üstüne. Tam ümidini yitirmek üzeredir ki, kale kapısı açılır. Osmanlı ordusunu âdeta içeri buyur eden genç kolundaki yarayı saran hekimin ta kendisidir.
FATIMA SULTAN’IN RÜYASI
Yıldırım o yıl Edirne’de konaklar. Ailesi Bursa’dadır. Bâyezid’in Hundi Fatıma adında hâya ve takva sahibi bir kerimesi vardır. Bu kızcağız bir gece rüyasında Efendimiz’i görür. Ondan Muhammed Buhari ile evlenmesi istenir. Ama kızcağız edebinden kimseye bir şey söyleyemez. Ertesi gün Server-i Kainat yine rüyasını şereflendirir ve ‘Eğer’ buyururlar, ‘Ahirette şefaatime kavuşmak istiyorsan dinle beni!’
Hundi Fatıma Sultan’ın talibi çoktur. Adı büyük paşalarla, namlı beyler sıradadır. Görünüşte Emir Sultan gibi fakir ve garip biri onlarla aşık atamaz. Ancak Hundi Sultan kararlıdır. Bedeli ne olursa olsun Emir Sultan’la evlenecektir. Ama sırrını kimselere açamaz. Hem Emir Sultan’ın Efendimizin emrinden haberi var mıdır acaba?
Çok geçmez. Bir gün Emir Sultan dünür yollar saraya. Valide sultan dudak büker. Açıktan açığa ‘olmaz!’ demez; ama öyle demeye getirir. ‘Söyleyin ona’ der, ‘kırk deve yükü altın getirsin, alsın kızımı!’
Emir
Sultan sakindir, ‘Öyleyse!’ der, ‘göndersin develeri!’
Mübarek,
devecibaşını karanlıkta karşılar, onları hiç dolandırmadan Nilüfer çayına
götürür. Su yatağındaki çakılları göstererek ‘Doldurun!’ der, ‘Hatta kendi
keselerinizi de.’
Devecilerden
bazıları ‘bunda bir hikmet olmalı’ der, bazısı güler geçer. Hele içlerinden
biri ‘n’olacak bunlar’ deyip aldığı çakılları geri döker.
Muhammed
Buhari Hazretleri Valide Sultan’ın huzuruna çıkar. Heybeler ters yüz edilir.
Zemini kıpkızıl altın kaplar. Valide sultan şaşırmanın ötesinde korkar. Şimdi
diyecek tek sözü vardır: ‘Nasıl istiyorsan öyle olsun!’
YILDIRIM’IN TEPKİSİ
YILDIRIM’IN TEPKİSİ
Nikah
haberi Edirne’ye ulaştığında Yıldırım çok bozulur. ‘Benim kızım, benden
habersiz nasıl evlenir?’ der ve kızını cezalandırmak üzere Süleyman Paşa’yı
Bursa’ya yollar. Valide Sultan kızına ve damadına siper olur. Dahası büyük âlim
Molla Fenari araya girer, askeri ikna eder. Hatta sarılır kaleme, padişaha bir
mektup yazar. Yıldırım Bayezid’in Molla Fenari hazretlerine olan hürmetini
bilen Süleyman paşa boyun büker, döner geri.
Aradan
aylar geçer. Bayezid Bursa’ya avdet eder. Halk yollara çıkar, sultanı karşılar.
Yıldırım bir an kalabalığın içinde esrarengiz hekimi görür. Derhal atından
iner. Ellerinden tutup sorar: ‘Söyle yiğidim o maharet neydi öyle?’ Emir Sultan
hazretleri Feth suresinden bir ayet okur. ‘Allah’ın kuvvet ve yardımı, biat
edenlerin vefa ve sadakatlerinin üstündedir’ Bayezid tekrar sorar: ‘Ya mendilin
öbür yarısı?’ Emir Sultan cebinden çıkarıp uzatır. Sultan meraklıdır: -Adını
bağışlar mısınız?
-Muhammed!
-Yanında
Buharisi’de var mı?
-Var!
-Yoksa?
-Elinizi
öpebilir miyim baba.
-Hayır.
Öpülecek el seninki.
Ve
kucaklaşırlar.
BURSA ULU
CAMİİ
Yıldırım Bayezıd Niğbolu zaferinde kazanılan gânimetlerle muhteşem bir mescid yaptırmak ister. Mimarlar bugün Ulucami’nin bulunduğu mevkide karar kılarlar. Söz konusu arsa üzerinde evi, bahçesi olanlara başka yerden muadil yer verilir. Hatta ceplerine birkaç kese altın sıkıştırılır gönülleri hoş edilir. Ancak yaşlı bir kadıncağız bir “Evim de evim” feryadı tutturur ki sormayın. Değerinin fevkinde ücretlere omuz silker, bütün tekliflere “olmaz” der. Önce vezirler, sonra bizzat Sultan, kadının ayağına gider, iknaya çalışırlar. Ama o direnir.
Yıldırım Bayezıd Niğbolu zaferinde kazanılan gânimetlerle muhteşem bir mescid yaptırmak ister. Mimarlar bugün Ulucami’nin bulunduğu mevkide karar kılarlar. Söz konusu arsa üzerinde evi, bahçesi olanlara başka yerden muadil yer verilir. Hatta ceplerine birkaç kese altın sıkıştırılır gönülleri hoş edilir. Ancak yaşlı bir kadıncağız bir “Evim de evim” feryadı tutturur ki sormayın. Değerinin fevkinde ücretlere omuz silker, bütün tekliflere “olmaz” der. Önce vezirler, sonra bizzat Sultan, kadının ayağına gider, iknaya çalışırlar. Ama o direnir.
Sultan
Bayezid caminin yerini sevmiştir. Hiç hesapta olmayan pürüz canını sıkar. Hatta
divanı toplar, çözüm yolu arar. Kadılar “mal onun değil mi” derler, “satarsa
satar, satmazsa satmaz!” Meclis çaresizlik içinde dağılırken Bayezid’in aklına
damadı gelir. Emir Sultan’ı bulur meseleyi anlatır. Mübarek sadece tebessüm
eder. “Acele etme!” der, “Bir gecede neler değişmez?”
İhtiyar
kadın o gece rüyasında mahşer meydanını görür. Annenin çocuğundan kaçtığı bir
dehşet anıdır. Kalabalıkta korkunç bir azab endişesi vardır. O arada bir
dalgalanma olur. İnsanlar âlemlere rahmet olarak yaratılan Efendimiz’in yanına
koşarlar. Şefaate kavuşan kavuşana. Kadıncağız da niyetlenir, ama bırakın
yürümeye, kıpırdamaya mecâli yoktur. Ayakları vücudunu taşıyamaz, ıstırapla
yerleri tırmalar. Elinden kaçan büyük fırsat ciğerini dağlar. Feryad figan
ağlamaya başlar. İşte tam o sırada Emir Sultan’ı görür, “Herkes cennete gitti”
der, “Ben bir başıma kaldım burada!” Mübarek o gönül ferahlatan tatlı sesiyle
sorar, “Kurtulmak istiyor musun?” Kadın nefes nefese cevap verir:
-Hiç
istemez miyim?
-Öyleyse
Sultanımızı üzme!
Ertesi gün
kadın ayağı ile gelir, evini verir. Üstelik önüne konulan ücreti bağışlar
camiye.
ANKARA SAVAŞI
Emir Sultan, Yıldırım’ın Timur Han’la savaşmasına razı değildir. Ama ne kadar uğraşırsa uğraşsın bu kardeş kavgasına mani olamaz. Çekilir bir taraflara. Hatta bu kayıtsızlığa mana veremeyen Hundi hatun sorar:
ANKARA SAVAŞI
Emir Sultan, Yıldırım’ın Timur Han’la savaşmasına razı değildir. Ama ne kadar uğraşırsa uğraşsın bu kardeş kavgasına mani olamaz. Çekilir bir taraflara. Hatta bu kayıtsızlığa mana veremeyen Hundi hatun sorar:
-Babamı
yalnız mı bırakıyorsun?
-Bak
hatun! Ne bu savaşın bir manası var, ne de babanın kazanma şansı. Eğer elinden
birşey geliyorsa hiç durma, geç olmadan çevir onu.
-Niye öyle
söylüyorsun. Babam mağlubiyet tatmamış bir sultandır.
-Evet
Timur da mağlubiyet tatmayan bir hakandır. Sen onun kaç devleti yıktığını biliyor
musun? Üstelik ülkesi daha büyük, askeri daha fazla. Dahası Maveraünnehr illeri
ilimde de, sanatta da çok önümüzde.
-Sen
babamın manevi zırhı değil misin?
-Peki sen
Timur’u koruyucusuz mu sanıyorsun. O, zamanın kutbundan dua aldı. Ancak Hace
Hazretlerinin dahi böylesi bir savaşa rızası yok.
-Ne
yapmalıyız peki?
-Baban
aklını örten öfkenin farkına varmadıkça ne yapabiliriz ki?
-Diyelim
ki öfkesi galip geldi.
-Zor
günlere hazırlansanız iyi edersiniz.
Ankara
savaşında yaşanılan acı mağlubiyetin ardından Timuroğulları Bursa’yı muhasara
altına alırlar. Şehir halkı zor durumdadır, hatta aç kalır. Ahali gelip Emir
Sultan’ı bulur ve çok yalvarırlar. Mübarek bir kağıda birşeyler karalar,
ordugâha yollar. O kağıtta ne yazılıdır bilemiyoruz, ancak hemen o gün çadırlar
sökülür. Asya yollarına göç düzülür.
EMİR SULTAN KİME GÖLGE?
Ne hikmetse Anadolu halkı hep Emir Sultan Hazretleri ile Yıldırım Bayezid arasındaki menkıbeleri anlatır. Hâlbuki bu büyük veli Bâyezid’den ziyade Çelebi Mehmed’in yanındadır. Ankara savaşının ardından Anadolu çok karışır. Şehzedelerden Musa Çelebi, İsa Çelebi’nin üzerine yürüyüp Bursa’yı ele geçirir. Süleyman Çelebi ise Edirne’yi elinde tutar. Ancak bunlar devleti muhteşem günlerine döndürebilecek kıratta değildirler. Şehzade Mehmed iyi bir asker ve dirayetli bir liderdir. Ancak fitne çıkarmaktan çekinir. Çekilir köşesine işaret bekler. Allah dostları ne derse onu yapacak. İcabında kardeşlerinin emrinde çeri olacaktır. Bir gece rüyasında Murad-ı Hüdavendigar’ı görür, yanında Emir Sultan Hazretleri vardır. Dedesi önce bir kılıç verir, sonra yerinde duramayan kar renkli küheylanı gösterir “Haydi!” der, “Vazife sende!” Çelebi Mehmet hâlâ mütereddittir. Emir sultan bakışları ile cesaret verir ona. “Korkma!” der, “yanında biz varız!” İşte Çelebi Mehmed bu işaret üzerine yola çıkar ve tabiri caizse Osmanlı Devletini silbaştan kurar. Tarihçilere sorarsanız Çelebi Mehmed’in başardığı iş Osman Gazi’ninkinden aşağı değildir. Emir Sultan vefatından sonra da büyük hürmet görür. Meselâ Yavuz Selim, Mısır seferine çıkarken büyük velinin nurlu türbesini ziyaret eder, imdat diler. Kabirden çok net bir ses işitilir:
EMİR SULTAN KİME GÖLGE?
Ne hikmetse Anadolu halkı hep Emir Sultan Hazretleri ile Yıldırım Bayezid arasındaki menkıbeleri anlatır. Hâlbuki bu büyük veli Bâyezid’den ziyade Çelebi Mehmed’in yanındadır. Ankara savaşının ardından Anadolu çok karışır. Şehzedelerden Musa Çelebi, İsa Çelebi’nin üzerine yürüyüp Bursa’yı ele geçirir. Süleyman Çelebi ise Edirne’yi elinde tutar. Ancak bunlar devleti muhteşem günlerine döndürebilecek kıratta değildirler. Şehzade Mehmed iyi bir asker ve dirayetli bir liderdir. Ancak fitne çıkarmaktan çekinir. Çekilir köşesine işaret bekler. Allah dostları ne derse onu yapacak. İcabında kardeşlerinin emrinde çeri olacaktır. Bir gece rüyasında Murad-ı Hüdavendigar’ı görür, yanında Emir Sultan Hazretleri vardır. Dedesi önce bir kılıç verir, sonra yerinde duramayan kar renkli küheylanı gösterir “Haydi!” der, “Vazife sende!” Çelebi Mehmet hâlâ mütereddittir. Emir sultan bakışları ile cesaret verir ona. “Korkma!” der, “yanında biz varız!” İşte Çelebi Mehmed bu işaret üzerine yola çıkar ve tabiri caizse Osmanlı Devletini silbaştan kurar. Tarihçilere sorarsanız Çelebi Mehmed’in başardığı iş Osman Gazi’ninkinden aşağı değildir. Emir Sultan vefatından sonra da büyük hürmet görür. Meselâ Yavuz Selim, Mısır seferine çıkarken büyük velinin nurlu türbesini ziyaret eder, imdat diler. Kabirden çok net bir ses işitilir:
-Ya Selim!
Üdhulu Mısra İnşaallahü aminin. (Ey Selim. İnşallah Mısır’a emniyet içinde
girersin!)
…Ve öyle
de olur!
Kaynak:
Kaynak:
Huzura Doğru
0 comments :
Yorum Gönder