Her insan
ister ölerek toprağa gömülsün, ister boğularak denizin dibinde kalsın veya
yırtıcı bir hayvan karnında bulunsun veya yanarak külü havaya karışsın, mutlaka
kabir hayatı geçirecektir. İnsan öldükten sonra kabre konulunca, Münker ve
Nekir adında iki melek, kendisine gelerek; "Rabbin kimdir? Peygamberin
kimdir: Dinin nedir?" diye sorarlar. İman ve güzel amel sahipleri bu gibi
sorulara doğru cevap verirler. Bu gibi ölülere cennet kapıları açılır ve Cennet
kendilerine gösterilir. Kâfir veya münafık olanlar ise bu sorulara doğru cevap
veremezler. Onlara da Cehennem kapıları açılır, oradaki azap kendilerine
gösterilir. Müminler nimet içerisinde, sıkıntısız ve huzurlu yaşarken, kâfir ve
münâfıklar ise kabirde azap göreceklerdir (bk. ez-Zebîdî, Tecrîdi Sarih, terc.
Kamil Miras, Ankara 1985, IV 496 vd.).
Kabirde azap
ve nimetin varlığını gösteren birtakım ayet ve hadisler vardır. Bir ayet-i
kerimede; "Firavun ve adamları sabah-akşam ateşe atılırlar. Kıyametin
kopacağı gün de denilir ki; Firavun hanedanını ateşin en şiddetlisine
sokun" (el-Mümin, 40/46) buyurulur. Buna göre kıyamet kopmadan önce de
yani kabirde de azap vardır. Peygamber efendimiz; "Allah, iman edenlere bu
dünya hayatında ve ahirette, o sabit sözlerinde daima sebat ihsan eder"
(İbrahim, 14/17) ayetinin kabir nimeti hakkında indiğini açıklamıştır (Buhârî,
Tefsîr, sure: 14).
Kabir azabı
ile ilgili hadis kitaplarında pek çok hadis-i şerif zikredilmektedir.
Bunlardan
bir kaçı şöyledir: Hz. Peygamber (s.a.s) bir mezarlıktan geçerken, iki
mezardaki ölünün bazı küçük şeylerden dolayı azap çekmekte olduklarını gördü.
Bu iki mezardaki ölülerden biri hayatında koğuculuk yapıyor, diğeri ise
idrardan sakınmıyordu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s) yaş bir dal almış,
ortadan ikiye bölmüş ve her bir parçayı iki kabre de birer birer dikmiştir.
Bunu gören ashap, niye böyle yaptığını sorduklarında: "Bu iki dal
kurumadığı sürece, o ikisinin çekmekte olduğu azabın hafifletilmesi
umulur" (Buhârî Cenâiz, 82; Müslim, İmân, 34; Ebû Dâvud, Tahâret, 26)
buyurmuşlardır.
Hz.
Peygamber diğer bir hadislerinde şöyle buyururlar: "Kabir ya Cennet
bahçelerinden bir bahçedir veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur"
(Tirmizî, kıyamet, 26).
Başka bir
hadiste de şöyle buyurur: "Ölü mezara konulunca, birine Münker, diğerine
Nekir adı verilen siyah mavi iki melek gelir; ölüye derler ki: "Şu
Muhammed (s.a.s) denilen zat hakkında ne dersin?" O da şöyle cevap verir.
"O, Allah`ın kulu ve Resuludur. Ben şahitlik ederim ki Allah`tan başka
ilâh yoktur, Muhammed de O`nun kulu ve elçisidir. Bunun üzerine melekler; Biz
senin böyle diyeceğini zaten bilmekte idik", derler. Sonra onun mezarını
yetmiş arşın genişletirler. Daha sonra bu ölünün mezarı ışıklandırılır ve
aydınlatılır. Daha sonra melekler ölüye: " Yat ve uyu " derler. O da;
"Aileme gidin de durumu haber verin" der. Melekler ona; "Zifafa
giren ve sadece en çok sevdiği kişi tarafından uyandırılan şahıs gibi mahşer
gününe kadar sen uyumana devam et" derler. Eğer ölü münâfık olursa,
melekler şöyle der: "Şu Muhammed (s.a.s) denilen zat hakkında ne dersin?"
Münâfık da şöyle cevap verir: "Halkın Muhammed hakkında bir şeyler
söylediklerini işitmiş, ben de onlar gibi konuşmuştum. Başka bir şey
bilmiyorum. Melekler ona; "Böyle diyeceğini zaten biliyorduk" derler.
Daha sonra yere "Bu adamı alabildiğine sıkıştır" diye seslenilir. Yer
de sıkıştırmaya başlar. Öyle ki o kimse kemiklerini birbirine geçmiş gibi
hisseder. Mahşer gününe kadar bu sıkıntı devam eder" (Tirmizi Cenâiz 70).
Kur`an`da
şehitlerin kabir hayatıyla ilgili olarak şöyle buyurulur: "Allah yolunda
öldürenleri, sakın ölüler sanmayın. Bilâkis onlar diridirler. Rableri katından
rızıklandırılmaktadırlar" (Âlu İmrân, 3/169), "Allah yolunda
öldürülenlere ölüler demeyin. Bilâkis onlar dirildirler. Fakat siz farkında
değilsiniz." (el-Bakara, 2/154).
Kabir
azabının yalnız ruha mı, yoksa bedene mi, yahut da her ikisine mi yapılacağı
konusu bilginler arasında tartışmalıdır. Bu azabın hem rûha, hem de bedene
yapılacağı görüşü tercihe şayandır. ancak azabın niteliği hakkında fazla bilgi
yoktur. Rûhun gerçeği üzerinde de görüş ayrılıkları vardır. Bir görüşe göre ruh
lâtif (ince, şeffaf, nüfuz kabıliyeti olan) bir cisimdir. Yaş ağaca suyun
nüfûzu gibi bedene nüfûz etmiştir. Allah, rûh cesette kaldığı sürece hayatı
devam ettirmeyi âdet kılmıştır. Ruh cesetten çıkınca ölüm hayatı ortadan
kaldırır. Başka bir görüşe göre de, ruh ceset için güneşin ışıkları gibidir.
Mutasavvıflar bu görüşü benimsemişlerdir. Ehl-i Sünnete mensup bir topluluk,
gülsuyunun güle sirâyet ettiği gibi, rûhun da bedene sirâyet eden bir cevher olduğunu
söylemişlerdir (Aliyyu`l-Kâri, Fıkh-ı Ekber Şerhi, terc. Y. Vehbi Yavuz,
İstanbul 1979, s. 259). Ayette şöyle buyurulur: "De ki ruh, Rabbimin
bildiği bir iştir. Size bu konuda pek az bilgi verilmiştir" (İsrâ, 17/85).
Ebû
Hanife`ye göre, peygamberler, çocuklar ve şehitler kabir sorusu ile
karşılaşmazlar. Ancak Ebû Hanîfe kâfirlerin çocuklarına kabirde soru sorulması,
Cennete girmeleri ve onlarla ilgili benzeri bazı soruları cevapsız bırakmıştır
(Alliyü`l-Kâri, a.g.e, s. 252-253).
0 comments :
Yorum Gönder