Bâyezîd-i Bistâmî kırk beş kere
hacca gitmişti. Bir gün Arafat Tepesinde oturuyordu. Nefsi ona; "Bâyezîd!
Senin bir benzerin var mıdır? Kırk beş defâ haccettin ve binlerce defâ hatmetme
bahtiyarlığına eriştin." diye fısıldadı. Bu ses onu üzdü. Derhâl
toparlandı ve oradaki mahşerî kalabalığa; "Kim benim kırk beş defâ yapmış
olduğum haccı bir ekmeğe satın alır?" diye sordu. Bir adam başını
kaldırıp; "Ben alırım." dedi ve ekmeği uzattı. Bâyezîd-i Bistâmî
aldığı ekmeği orada bulunan bir köpeğin önüne attı. Sonra işini bitirip, yol
hazırlığı yaparak, Rum diyârına doğru yola çıktı. Günlerce gittikten sonra bir
râhip ile karşılaştı. Râhib, Bâyezîd-i Bistâmî'nin elini tutup, evine misâfir
götürdü. Evinde ona bir oda verdi. Bâyezîd-i Bistâmî kendisine ayrılan bu odada
ibâdete başladı ve kalbini Allahü teâlâya çevirdi. Râhip her gün onun
yiyeceğini sabah akşam getirip önüne koyardı. Bu hal bir ay devâm etti.
Bâyezîd-i Bistâmî daha sonra nefsine dönerek;
"Ey nefis! Seni kırmak
istiyorum, fakat Sen o kadar kötüsün ki kırılmıyorsun." dediği sırada
râhip içeri girdi ve; "İsmin nedir?" diye sordu. O da;
"Bâyezîd!" cevâbını verdi. Râhip; "Ne güzel adamsın. Keşke
Mesîh'in kulu olmuş olsaydın!" deyince, bu sözler Bâyezîd-i Bistâmî'ye
ağır geldi ve evi terketmek isterken râhip;
"Bizim burada kırk günü
tamamla, öyle git. Çünkü bizim büyük bir bayramımız var, onu görmeni çok arzu
ediyorum. Aynı zamanda çok değerli bir vâizimiz, sâdece bu günlerde bir defâ
konuşur. Onu dinlemeni istiyorum." deyince, bu teklifi kabûl ederek, kırk
gün kalmaya râzı oldu. Kırkıncı gün geldiğinde râhib odaya girerek;
"Buyurun dışarı çıkalım, bayram günümüz geldi." dedi. Bâyezîd-i
Bistâmî dışarı çıkmak için hazırlandı. Fakat râhib ona; "Siz bu kıyâfetle
nasıl bin kadar râhibin arasına gireceksiniz? Bu yüzden üzerindeki elbiseyi
çıkarıp, şu râhip elbiselerini giy ve boynuna İncil'i as!" dedi. Bu teklif
ona çok ağır gelmesine rağmen, bunda da bir hikmet vardır diyerek râhibin
getirdiği giysileri giydi. Râhiplerin arasına katıldı. Hiç kimsenin dikkatini
çekmedi. Biraz ilerledikten sonra râhiplerin en büyüğü geldi. Fakat
konuşmuyordu. Niçin konuşmadığı sorulduğunda; "Nasıl konuşabilirim,
aranızda bir Muhammedî var!" diye cevap verdi. Halk ve râhipler galeyâna
gelerek; "Onu göster parçalayalım." diye bağrıştılar. Başrâhip;
"Hayır, yemin ederim ki söylemem, ancak ona dokunmayacağınıza söz
verirseniz, onu size tanıtabilirim." dedi. Bunun üzerine râhipler ve halk,
Muhammedî olan zâta dokunmayacaklarına dâir yemin ettiler. Başrâhip;
"Allah için ey Muhammedî!
Ayağa kalk ve kendini göster." diye seslenince, Bâyezîd-i Bistâmî ayağa
kalktı. Baş râhip; "Adın ne?" diye sordu. "Bâyezîd!"
cevâbını verdi. "Tahsil gördün mü?" diye sorunca; "Rabbim
öğrettiği kadar bir şeyler biliyorum." dedi. Bunun üzerine râhip; "O
hâlde bana şu hususları cevaplandır: İkincisi olmayan biri, üçüncüsü olmayan
ikiyi, dördüncüsü olmayan üçü, beşincisi olmayan dördü, altıncısı olmayan beşi,
yedincisi olmayan altıyı, sekizincisi olmayan yediyi, dokuzuncusu olmayan sekizi,
onuncusu olmayan dokuzu, on birincisi olmayan onu, on ikincisi olmayan on biri,
on üçüncüsü olmayan on ikiyi söyle bunlar nelerdir?"
Bâyezîd-i Bistâmî baş râhibe;
"Beni iyi dinle!İkincisi olmayan bir, eşi-ortağı, dengi ve benzeri olmayan
Allahü teâlâdır. Üçüncüsü olmayan iki, gece ve gündüzdür. Dördüncüsü olmayan
üç, üç talâktır (boşamadır). Beşincisi olmayan dört; Tevrat, Zebûr, İncîl ve
Kur'ân-ı kerîmdir. Altıncısı olmayan beş, beş vakit namazdır. Yedincisi olmayan
altı göklerin ve yerin yaratıldığı altı gündür. Sekizincisi olmayan yedi, yedi
kat göktür. Dokuzuncusu olmayan sekiz, kıyâmet günü Arş'ı taşıyacak sekiz
melektir. Onuncusu olmayan dokuz, kadının dokuz ay hâmilelik müddetidir. On
birincisi olmayan on, Mûsâ aleyhisselâmın Şuâyb peygambere on yıl çobanlık
etmesidir. On ikincisi olmayan on bir, Yûsuf peygamberin on bir kardeşidir. On
üçüncüsü olmayan on iki, on iki aydır." dedi. Râhip tebessüm ederek;
"Doğru söyledin. Şimdi de bana, havadan ne yaratıldı, havada ne muhâfaza
olundu ve kim hava ile helâk edildi? bunlardan haber ver." dedi. Bâyezîd-i
Bistâmî;
"Îsâ peygamber havadan
yaratıldı, havada muhâfaza edildi. Âd kavmi hava ile helâk edildi." diye
cevap verdi. Râhip; "Doğru söyledin. Ağaçtan kim yaratıldı, ağaçta kim
korundu ve ağaç ile kim helak oldu?" diye sorunca; "Mûsâ aleyhisselâmın
asâsı ağaçtan yaratıldı, Nûh aleyhisselâm ağaç içinde (gemide) korundu,
Zekeriyyâ aleyhisselâm ise ağaç içinde testere ile biçilip helâk edildi."
cevâbını verdi. Râhip tekrar; "Doğru söyledin. Kim ateşten yaratıldı, kim
ateşten korundu ve kim ateş ile helâk oldu?" diye sordu. O da;
"İblîs ateşten yaratıldı.
İbrâhim aleyhisselâm ateşten korundu. Ebû Cehil ateş ile helâk oldu."
dedi. Râhip tekrâr; "Taştan kim yaratıldı, taş içinde kim korundu ve taş
ile kim helâk oldu?" dedi. Bâyezîd-i Bistâmî;
"Sâlih peygamberin devesi
taştan yaratıldı. Eshâb-ı Kehf taş içinde korundu ve Ebrehe ve ordusu taş ile
helâk edildi." cevâbını verdi. Râhip; "Doğru söyledin. Âlimler,
Cennet'te dört nehir vardır, biri baldan, biri sütten, biri sudan, biri de
şaraptandır. Ayrı ayrı olan bu dört nehir aynı kaynaktan akıyormuş, diyorlar.
Bunun dünyâda bir örneği var mıdır?" diye sordu.
"Evet vardır. İnsanın
başından dört nehir akar. Kulak yağı acıdır. Göz yağı tuzludur. Burun suyu ayrı
bir tad taşır. Ağızdan gelen su tatlıdır." cevâbını verdi. Râhip yine;
"Doğru söyledin. Cennet ehli yer içer fakat abdest bozmaz, su dökmez.
Bunun dünyâda bir benzeri var mıdır?" diye sorunca;
"Evet vardır. Ana rahmindeki
cenin yer içer fakat dışkısı yoktur." cevâbını verdi. Râhip; "Doğru
söyledin. Cennet'te Tûbâ ağacı vardır. Cennet'te hiç bir saray, hiç bir köşk
yoktur ki, bu ağacın dalına dokunmasın. Bunun dünyâda bir örneği var
mıdır?" diye sordu.
"Evet vardır. Güneş
sabahleyin doğunca böyle değil midir?" cevâbını verdi. Râhip; "Doğru
söyledin. Şimdi şunları cevaplandır: Bir ağaç vardır, on iki dalı bulunmakta,
her dalında otuz yaprak ve her yaprakta beş çiçek yer almakta, bunlardan ikisi
güneşe, üçü karanlığa bakmaktadır. Bu ağaç nedir?" deyince:
"Ağaç bir yılı temsil eder.
On iki dalı, on iki ay, her daldaki otuz yaprak, günleri, her yapraktaki beş
çiçek de, beş vakit namazı temsil eder." cevâbını verdi. Son olarak râhip
şöyle sordu: "Bana şu kimseden haber ver. Hacca gitmiş, tavâf yapmış ve o
makâmlarda bulunmuştur. Fakat onun ne rûhu vardır ne de hac kendisine
vâcibdir?" Bâyezîd-i Bistâmî;
"Nûh peygamberin
gemisidir." dedikten sonra, râhibe; "Ey râhip! Birçok sorular sordun.
Biz onları cevaplandırmaya çalıştık. Müsâde ederseniz benim de sorularım var.
Fakat ben bir sorudan başka sormayacağım. O da şudur:
Cennet'in
anahtarı nerededir? Cennet kapılarının üzerinde ne yazılıdır?" Râhip sustu
ve cevap vermekten kaçındı. Diğer râhipler bu duruma bozuldular ve; "Ey
büyüğümüz mağlup mu oluyorsun?" dediler. O da; "Hayır mağlûb olmak
istemiyorum." deyince; "Peki öyleyse niçin cevap vermiyorsun."
dediklerinde; "Şâyet cevap verirsem benim cevabıma katılır mısınız?"
dedi. Bunun üzerine hepsi birden söz verdiler. Râhip; "Dinleyin, şimdi
cevap veriyorum. Cennet'in anahtarı ve kapılarının üzerinde yazılı olan ibâre;
Lâ İlâhe İllallah Muhammedün Resûlullahdır." deyip müslüman oldu. Diğer
râhipler de hep bir ağızdan Kelime-i şehâdeti getirip müslüman oldular.
Bâyezîd-i Bistâmî de onların yanında bir süre kalıp İslâmiyeti öğretti. Böylece
onun buraya gitmesinin hikmeti anlaşıldı.
2 comments :
Allah razı olsun çok güzel
Teşekkürler Eyüp kardeş Allah c.c sizdende razı olsun.
Yorum Gönder