Hz
Mevlâna hayatının ilk döneminde mânâ bilimleri açılmadan evvel ilim, ahlâk,
İslâmî ibadetlere saygı zerâfeti bakımından dört dörtlüktü. Maddî hiç bir
problemi yoktu. O halinde çok büyük insandı. İbadeti, ahlâkı, ilmi olan insan
elbette büyük insandır.
Ama,
Allah’ın asıl görmek istediği şey, Hz Mevlâna’nın mânâ sahnesindeki
patlamasıdır. Bu mânâ sahnesine adım atabilmesi, velâyetin başlayabilmesi için
bir nokta vardı, o noktanın açılması lazımdı. Nedir o nokta?..”Bir insanın
maddeden mânâya geçişi nasıl olur?… Hangi hadiselerle olur?… diye soran
meraklılara cevap olarak; BUNUN BAŞ FORMÜLÜ NAZAR’DIR. Bir başka velînin
Cenab-ı Hakk tarafından tayin edilmiş bir kimseye nazar etmesi, mânâ âlemine
geçmesini sağlar…
Hz
Şems’in hocası yetiştirdiği her birisi mükemmel mânâ talebesi olan müridlerine
“Diyâr-ı Rum’da Celâlettin isminde bir zatın irşad edilmesi murad edildi.
“Hanginiz talipsiniz?” dedi… Hz Şems sağ elini kalbinin üzerine koyarak,
boynunu sola doğru eğerek sustu, talibim kelimesini bile söylemedi. Hocası,
“sen anladın, bu işin sonunda başını vermek var” dedi.
Şems, Hz
Mevlâna’nın Şam’da ders verdiğini öğrenerek Şam’a gitti. O sırada da Hz
Mevlâna’nın hocası “Senin artık hadis sahasında öğreneceğin hiçbir şey kalmadı”
diyordu. Hz Mevlâna atıyla şehrin dışında giderken, başı koyu renk bir örtüyle
örtülmüş esmer bir adam Mevlâna’nın önünde durarak, “Sen her şeyi
biliyormuşsun, öyle ise benim de kim olduğu bil” dedi ve çekti gitti. Hz
Mevlâna dondu kaldı. “Ben, bana öğretilen şeyleri biliyorum, bir insanın kim
olduğunu nasıl bilebilirim” diye düşündü.
Hz Şems,
ilk mesajını vermişti. “Mânâ âlemine geçersen her şeyi bilirsin” demek
istemişti.
İki sene
sonra Hz Şems Konya’ya geldi ve artık Hz Mevlâna’yı irşad etmek için fiiliyata
başladı. Bu ihda dediğimiz yaratılışın kuvveden fiile çıkma safhasıydI. Hz Şems
mükemmel bir mürşiddi, hiç bir hata olmasın istiyordu. Bunu maddî bir ameliyata
benzetirsek, nerdeyse iğnenin girdiği yer bile acımasın istiyordu.
Konya’da
misafir olduğu handa Hz Mevlâna’yı tanıyanlara, nelerden hoşlanıp
hoşlanmadığını sordu. Onlar da “kibar, temiz düzgün giyimli insanlardan
hoşlanır” dediler.
Hz Şems
en eski elbiselerini giydi, biraz da toza-toprağa bulandı. Ama Hz Şems KONYA’DA
MÂNEVÎ BİR HAVA BULAMAMIŞ OLMAKTAN DOLAYI RAHATSIZDI. Konya Selçuklu Devletinin
başkenti idi. Hiç kimse ibadetinden sarf-ı nazar değildi, hiç kimse haram
işleyemezdi. İslâm disiplini vardı ama ŞEMS’İN ARADIĞI MÂNÂ RAKSI YOKTU.
O sırada
dul bir kadın kendisine İNFAK edilen bir ciğeri Şems’in kaldığı hanın yanındaki
fırıncıya kızarttırmak istedi. Fırıncı para istedi, kadın ise “param yok, bu
ciğer de zaten İNFAK olarak verildi bana, öksüzlerime var onlara götüreceğim”
diyerek ciğeri kızartmasını söyledi tekrar.. Fırıncı “ben de odun yakıyorum,
para vermeden olmaz” dedi. O zaman Şems hüzünlendi, kadının elinden ciğeri
alarak kalbinin üzerine koydu ve cızır cızır dumanları tüttürerek ciğerin iki
tarafını da kızarttı. O kızartmadan çıkan bir mânevî rayiha vardı ki KONYA’NIN
ATMOSFERİNE MÂNÂ KARIŞMIŞ OLDU. Şems buna çok sevindi.
İşte,
mânâ dediğimiz olay, şeriatın aslıdır. KONYA HALKI İBADETİNİ YAPIYOR, NAMAZINI
KILIYOR, ZEKATINI VERİYORDU AMA İNFAK YOKTU… ONUN İÇİN O ATMOSFERDE BİR MÂNEVÎ
İLKAH YAPILAMIYORDU. MÂNÂNIN ÖZÜNDEKİ HİKMETİN BİRİSİ BUDUR.
Ertesi
gün toza toprağa bulanmış kıyafetiyle Hz Mevlâna’nın evine döneceği yola çıktı.
Karşılaştıklarında, Hz Mevlâna’nın atının geminden tutarak, Şems bir nazar
attı.
Hz
Mevlâna o anda bütün dünyasının yeniden yapılandığını hissetti. Şems’in bu
bakışı “Ben kimim” dediği zamanki bakışı değildi. Hz Şems’in en büyük
hususiyetlerinden birisi nazarının âşikar oluşudur.
Hz Şems,
Hz Mevlâna’ya “söyle bakalım Bâyezid Bestâmi mi daha büyük, Peygamber mi
büyük?” diye sordu. Böyle bir soruyu sıradan bir adam soramaz, Bâyezid Bestâmi
bir İslam Velîsi, Peygamber ile nasıl kıyas edilir? diyerek, Hz Mevlâna derhal
attan indi, ve “elbette bu tartışılmaz. Bâyezid “bana daha çok ver ya Rabbi
derken Resulullah ise aman ya Rabbi ben seni hakkıyla bilemedim ben seni
anlatamam senin tanıdığın gibi sana hamd ediyorum derdi, tabii Bâyezid bir
bardak su gördü, Resulullah deryanın içindeydi” dedi. Bu izah Şems’in çok
hoşuna gitti. Ama Hz Mevlâna Bâyezid’i Resulullah’in ayakları dibinde secde
ederken gördü ve zaman diliminden atlayarak mânâya geçmekle neler olacağının
farkına vardı. Hz Şems’e “misafirim olun” diyerek davet etti. Hz Şems “Sen
benim kahrımı çekemezsin” diye cevap verdi. “Olsun elimizden geleni yaparız”
diyerek, aldı evinin baş köşesine misafir etti.
Bir gün,
Hz Şems, Hz Mevlâna’ya “bir testi şarap getir” dedi. Hz Mevlâna “hayhay”
diyerek bir Rum meyhanesine gitti. Bir testi şarap istedi. Şarabı aldı
cübbesinin kollarının arasına koydu, tam çarşının ortasında testi düştü
kırıldı.
O an Hz
Mevlâna’nın geçirdiği NEFS FIRTINASINI hesap etmek çok güç… Hadis hocası ve
rektör olan bir kişinin şarap testisi taşıması anlaşılamaz… Bütün halk koşup
geldiğinde yere dökülen şarap gülsuyuna dönüşmüştü. Bütün çarşı gülsuyu
kokuyordu… Hz Mevlâna bir şarap daha almak için şarapçıya gittiğinde şarapçı
elini ayağını öperek, kelime-i şahadet getirerek, “Sultanım senden sonra
dükkanımdaki bütün şarap küpleri gülsuyu oldu” dedi ve müslüman oldu. Hz
Mevlâna büyük bir coşkuyla Hz Şems’in yanına gitti.
Velîler
Kur’an emirlerinin önceliklerinde veya sırasında bize yardımcı olurlar mı diye
sorarsak; diyelim ki bir insan bir velînin yanına gidip namaza dair bir şey
sorar, halbuki Velî biliyordur ki henüz iman-ı kemal etmemiş. “Sen şu namaz
işini bir kenara bırak da EVVELA İMANINI TAMAMLA” diyebilir. Bu Kur’an
emirlerine tekaddüm değildir. İSLÂMİYETİN ÇEKTİĞİ EZİKLİK İMÂNI BIRAKIP DA
İBÂDET KALIBINDA KALMASIDIR. Ne İBADET TERKEDİLEBİLİR, NE İMAN TERKEDİLEBİR.
HİÇBİR VELÎ İBADETLERDEN TÂVİZ VEREMEZ. Eski bir şairin güzel bir sözü vardır
“Şeriattan kim ki bir taş kaldıra başını oraya koya” der. Sen git üç rekat
namaz kıl diyemez. Çünkü Velîlik demek Kur’an’a daha çok âşık olmak demektir.
Zahiri
görüntülere verilen önem bakımından mânâ ilimleriyle kelam arasında bir
yaklaşım tarzı farklılığı olmaması lazım ama yapanlar var. Bazı kimseler
tasavvuf biliyoruz diye kelam ilimlerine soğuk bakmışlardır. Bu tamamen
cahilliklerindendir. Kelam ilmi olmadan tasavvuf anlaşılamaz. Bugün kendilerini
mürşid sayan bazı kişiler Kur’an’ın mânâsını bilmiyor. Tamamını bilmeyebilir
ama bir bütün olarak kavramak şarttır. Yoksa nasıl ders verebilir?
Klâsik
tarih bilgimiz içinde, Hz Mevlâna ile Hz Şems’in buluşması çok çeşitli şekilde
tanımlanmıştır, ama mânâ ilimleri açısından önemi fevkalâde büyüktür. Çünkü, Hz
Şems’in mânâya ait bir ışığı, Hz Mevlâna’nın gönlüne yansıtması alenî olmuş bir
olaydır.
Tasavvuf
tarihinde pek çok velî birbirlerine bu ışığı yansıtmışlardır. Fakat bunları
hangi anda nasıl yaptıklarını, hangi imtihan perdeleri içersinde
seyrettirdiklerini bilemeyiz. Halbukü Hz Mevlâna ve Şems olayı’nda alenî,
herkesin gözü önünde olmuştur. Mânâ ışığı bir insana nasıl yansıtılır ve onun
gönlünün önündeki mânâyı gölgeleyen perde, nasıl kalkar? Bu aleni olmuştur.
Onun için fevkalâde önemlidir tasavvuf tarihi bakımından.
Aleniyetin
özünde yatan hikmet de, İlâhî sırların herhangi bir çevre putu olmamasıdır.
Yani diğer insanlar bunun gibi görürse görür, çünkü bu bir İlâhî emirdir.
Mevlâna hazretleri, Hz Şems’e bir gün;
Mevlâna hazretleri, Hz Şems’e bir gün;
-Sultanım,
pek çok yerlere uğradın, orada irşâd edecek insanlar bulamadın mı ki buraya kadar
zahmet ettin? mânâsına gelen bir soru sorar. Hz Şems’in o zaman yaptığı espri
çok güzeldir. Bu zarif, hikmetli bir tasavvuf esprisidir ve pek çok hakikatı
olan bir espridir. Hz Şems;
-
GİTTİĞİM YERLERDE HEP HÂŞÂ ALLAH’LIK DÂVÂSINDA OLANLARA RASTLADIM. HİÇ “KUL”
OLANA RASTLAMADIM, İLK DEFA KUL’A RASTLIYORUM, O DA SENSİN, demiş.
Bunun
anlamı nedir? Herkes tasavvuf yapıyorum, tarikat yapıyorum, yahut dindarım diye
kendisini ilâhlaştırmış. Her şeyi ben biliyorum, ben yapıyorum, ben, ben, ben…
Hz Şems; BU BENLER VAR YA, İŞTE GÖNLÜN ÖNÜNDE, PARÇALANMASI LAZIM GELEN
PUTLARDIR BUNLAR. BUNLARIN AZ SAYIDA OLMASI, ANCAK BİR KULA NASİPTİR Kİ, “SEN
BÖYLE BİR KULDUN, ONUN İÇİN SENİ TERCİH ETTİM” diyor. Yine bu meâlde Hz Şems’in
çok güzel bir sözü vardır; “Biz kıyamete kadar Mevlâna’nın yüzde biri kadar
kabiliyetli bir kul bulursak mutlaka teşrif eder, kendisini irşad ederiz.”
diyor…
Onun için
ilk buluşmanın hikmeti, sırrı, İlâhi emânetin, gönül cereyanının aktarılması
tasarrufudur. Onun içinde çok kıymetlidir. O ânın yaşanması, o ânın içerisinde
bulunanlar ve o ânı tekrar tekrar yaşayan pek çok dervişler vardır.
Hz Şems,
Mevlâna’yı GERÇEK KULLUĞA GÖTÜRMEK İSTİYORDU. GERÇEK KULLUK KENDİ İFADELERİNDE
DE SÖYLEDİKLERİ GİBİ KENDİ GÖNLÜNDE NEFSİN BÜTÜN SİLÜETLERİNİ KALDIRIP CENÂB-I
HAKK’A HÂZIR HÂLE GETİRMEKTİR. Bunu gönlü takîy etme, nakîy etme işi diye kabul
ediyoruz. İşte bu eğitimi verdi ve Hz Şems’in Mevlâna ile sohbetlerindeki ilk
dönem esas nokta bu eğitimi vermesidir.
Bu
eğitimi verirken Hz Mevlâna’nın o gün için dünya tutkusu sayılabilecek olan iki
önemli hâdise vardı… Bunları kaldırdı… MEVLEVÎ TARİHİ OKUNURKEN BUNLAR GÖZDEN
KAÇIYOR. BUNLARDAN BİR TANESİ; MEVLÂNA’NIN HOCALIĞI İDİ. Yani Üniversitede ders
verme, bunu da âlemi İslâm adına yapma göreviydi. Ama bu da nefse ait bir
tutkuydu aslında. Nefsin tamamen tezkiye olması lazımdı. Birinci perde de onu
kaldırdı. Hz Mevlâna’nın etrafında teşekkül eden dünya sınırlarını bir alev
makinasıyla yakıyordu Hz Şems…
İKİNCİ ÖNEMLİ HADİSE DE, Hz Mevlâna’nın evinde çok zarif bir havuz ve havuzun başında bir gül bahçesi vardır. Burada da kütüphanesi vardı. Kütüphanesi yarı döner vaziyetteydi. Akşamları odasına doğru, gündüzleri ise bahçeye doğru dönüyordu. Bu kütüphanede, sekiz yüzsene evveline kadar gelmiş geçmiş İslâm dünyasına ait bütün kıymetli eserler vardı. Hz Mevlâna’nın âlim yanını nazara aldığımız zaman, bunların hepsini okumuştu.
İKİNCİ ÖNEMLİ HADİSE DE, Hz Mevlâna’nın evinde çok zarif bir havuz ve havuzun başında bir gül bahçesi vardır. Burada da kütüphanesi vardı. Kütüphanesi yarı döner vaziyetteydi. Akşamları odasına doğru, gündüzleri ise bahçeye doğru dönüyordu. Bu kütüphanede, sekiz yüzsene evveline kadar gelmiş geçmiş İslâm dünyasına ait bütün kıymetli eserler vardı. Hz Mevlâna’nın âlim yanını nazara aldığımız zaman, bunların hepsini okumuştu.
Hz Şems, “Sen
bunlarla mı meşguldün” diye sorunca “evet” cevabını aldı. Hz Şems kütüphaneyi
bir anda eliyle tuttuğu gibi havuza attı. Bu da Mevlâna’nın bir başka dünya
tutkusuydu. Onların bir tanesi bile feda edilebilinecek kitaplardan değildi. Hz
Mevlâna’ya hafif bir mahzunluk çökünce “Niye üzüldün?..” dedi. “Sizin
emirleriniz benim için üzüntü vesilesi olamaz. Feriddüddin’in bana imzaladığı
bir kitap da vardı içlerinde” dedi… (Feridüddin Attar’ın çok önemli meşhur bir
eseri Pendnâme) “O imzalı olduğu için bir hâtıra kıymeti taşıyordu” dedi Bunun
üzerine de “Peki onu verelim o zaman” dedi ve elini havuza atarak PENDNÂME’Yİ
çıkardı verdi…
ONDAN
SONRA MEVLÂNA HAYRETLE ARTIK MESAJLARIN SATIRLARDA DEĞİL, SADIRLARDA,
GÖNÜLLERDE OLDUĞUNU SEZMEYE BAŞLADI…
Çünkü,
Mevlâna daha düşünmeden Şems anlatıyordu. Hz Mevlâna, “Acaba şu konuyu bir
sohbet konusu yapsak mı?” diye düşündüğü zaman, Şems anlatıyordu ve anlattığını
Hz Mevlâna ezberliyordu. Acayip bir şey!.. Çünkü Şems, gönülden gönüle eğitime
başlamıştı. Hz Mevlâna bir beytinde, (Mecalis-i Seb’a yahutta Divan-ı Kebir’de
olsa gerek) “Hani diyor,”bir gün âlemleri seyretmek, Cenâb-ı Hakk’ın
hikmetlerini öğrenmek için, senden niyazda bulunmuştum da birdenbire timsah
oluvermiştik. Timsahın gözlerinden deryaları seyrettirmiştin bana. Ben de
hayretler içerisinde kalmıştım. Çünkü timsahın gözünde deryanın bir bardak su
kadar küçüldüğünü bilmiyordum” diyor…
Şimdi bu
ne demektir biliyor musunuz?.. Cenâb-ı Hakk’a yakınlık için, Cenâb-ı Hakk’ın
her yerde hâzır ve nâzır olan kudretini herhangi bir eşyanın bir noktasından
seyredebilmektedir. Bunu da Allah’a yaklaştığımız zaman seyretmek, sezmek
zorundasınız. Bu büyük mârifeti öğretiyordu Hz Şems.
Nitekim,
aynı sistem içerisinde eğitim devam ederken hiç Üniversiteye gidemediği,
kitaplarına da uzak kaldığı sırada, bir gün nasıl olduysa misafirleri okula
geldi ziyarete. “Ne oluyor acaba?.. Mevlâna niye yok” diye merak etmişlerdi.
Misafirlerle birlikte iken bir konu açıldı ve bir hâdis üzerinde tartışmaya
başladılar. (Birisi dedi ki, O hadîs şu cümle ile ifade edilmiş, diğeri, şu
hadîs kitabında var ama, ben daha çok başka bir hadîs kitabındaki şu cümlesine
daha çok inanırım.) Hz Mevlâna’ya, “Üstad sen ne buyurursun?… Sen hadîs’in
ustasısın… Mevlâna daraldı, cevap veremeyecek bir pozisyondaydı. Acaba bu
cümlelerin hangisi doğru diye düşünürken, gayr-i ihtiyarî yanında oturan Hz
Şems’e baktı. Hz Şems diz çökmüş oturuyordu.
- Bana ne
bakıyorsun, git kendisine sor” dedi. Bir anda Asr-ı Saadet açıldı ve orada
Efendimizi hadîs-i söylerken seyretti. Daha sonra da dedi ki “Doğrusu budur”.
İşte Hz Şems, böyle bir dünyanın eğitimini yaptırıyordu.
Hz Şems
ile Mevlâna arasındaki dostluğun, aşk kelimesiyle ifade edilen bir sevdanın
boyutlarını, bugünkü insanoğlu, bağırsaklarından kurtulamamış, bağırsaklarını
kendi boynuna takıp da kendi kendini idam etmiş olan insanoğlu nasıl
anlayacak?… Nasıl bir yaşamdır bu?… ALLAH’ı terennüm eden, ALLAH’ı konuşan,
ALLAH’ı yaşayan bir birliği yaşıyorlar. Bunun içersinde şu ders de böyle miydi,
şöyle miydi, yahutta niye bu kadar samimi ve dayanılmaz arzu vardı diye aptal
aptal bakmak mümkün değil!… ALLAH LEZZETİNİ ALMAMIŞ İNSANLAR NE DÜŞÜNÜRSE
DÜŞÜNSÜNLER. O İKİSİ ALLAH SOHBETİNİN LEZZETİNİ ALIYORDU. İNSANLARIN NE
DÜŞÜNDÜĞÜ ÖNEMLİ DEĞİL Kİ!…
Hz
Şems’in Konya’dan ilk ayrılışındaki hikmetine bakarsak; her ikisinin arasındaki
sohbetler, kulluktan İlâhî rakslara geçen o akıl almaz titreşimler meydana
gelirken, demek ki Hz Şems’in, Mevlâna’ya, kendi plânında bir istirahat vermesi
lâzımdı. Yani bu sevdalaşma operasyonuna gönlünün yahut zihninin İLERDEKİ
VAZİFELERİ AÇISINDAN dayanmasında bir zorlama olduğunu sezdi. Hiçbir şey
yokken: “BİZE YOL GÖRÜNDÜ, MURÂD-I İLÂHÎ BİZİM ŞAM’A GİTMEMİZİ İSTİYOR” dedi…
Şam’a gitti. Hz Mevlâna ağladı, yüreğini parçaladı. Artık dünyaya nasıl
dönecek, o insanlarla nasıl görüşecek, Cenâb-ı Hakk’ın bütün boyutlarındaki
ışığını seyretmiş bir insan, sıkıştığı zaman Resulullah’ın devrine intikâl
edebilen zaman ötesi tasarrufa ermiş bir insan, tekrar insanlarla bir araya
gelecek de, “Ahmet şöyle dedi, Mehmet böyle dedi diye bunları nasıl konuşacak”.
Hz Mevlâna tahammülü imkânsız öyle bir yalnızlığa itildi ki, bir çok
kasidelerinde, rubailerinde o devrin yalnızlığını, isyanlarını, acısını dünyaya
nasıl dönüş yapacağının zorluğunu anlatır…
Bu sırada
içine bir ferahlık geldi, sanki Hz Şems’in ambargosu kalkmış gibiydi. Gönlünde
yeniden gelmesine ait bir ümit ışığı belirdi. Oğlu Sultan Veled’e dedi ki, “git
Hz Şems’i getir”..
Çok enteresan bir tablo halinde gelişti Hz Şems’i getirme olayı. Şam ile Konya arası gitmek bir buçuk ay sürüyor. Atına atladı ve Şam’a gitti, Hz Şems’i herkese sordu, böyle bir derviş tanıyor musunuz diye araştırdı… Falan yerdeki kahvede satranç oynar, gidip orada bulabilirsin dediler. Hz Şems’in yanına geldiğinde hasırda oturmuş, bir rahle üzerinde satranç oynuyorlardı. Hasırın kenarına gelince ayakkabılar çıkarılır, hasıra öyle oturulurdu.
Çok enteresan bir tablo halinde gelişti Hz Şems’i getirme olayı. Şam ile Konya arası gitmek bir buçuk ay sürüyor. Atına atladı ve Şam’a gitti, Hz Şems’i herkese sordu, böyle bir derviş tanıyor musunuz diye araştırdı… Falan yerdeki kahvede satranç oynar, gidip orada bulabilirsin dediler. Hz Şems’in yanına geldiğinde hasırda oturmuş, bir rahle üzerinde satranç oynuyorlardı. Hasırın kenarına gelince ayakkabılar çıkarılır, hasıra öyle oturulurdu.
Sultan
Veled şehzade olduğu için, tıpkı babası Hz Mevlâna gibi çok şık kıyafetlerle
kahveye gelmişti. O havanın atmosferinde çok yabancı kaldı. Bir şehzade geliyor,
ayakta duruyor, babası gibi elini kalbinin üzerine koyup, başını sol omzuna
doğru eğiyor Sultan Veled ve niye geldin sözüne bir cevap olsun diye, Hz
Şems’in ayakkabılarını alıyor, Konya’ya doğru çeviriyor. Bu o kadar nazik bir
hâdisedir ki… Babam bekliyor diyemiyor… Bu nezaket-i Muhammedî’ye ters düşer,
çünkü Şems bir gönül sultanıdır, ona bir şey söylemeye lüzum yoktur, anlamıştır
konuyu. Ama bir jest yapması lâzım, bunun için ayakkabılarını alıyor, Konya’ya
doğru çeviriyor…
Karşısındakini
kumar oynayan, onu sıradan bir adam gibi gören Yahudi şoka giriyor. Çünkü
Yahudi’nin en büyük tutkusu servet ve gösteriştir. Bir şehzadenin gelip de Hz
Şems’e bu şekilde itibar gösterdiğini görünce çok şaşırıyor. O şokun tesiriyle
bir nazar ediyor. Yahudi o anda yere düşüyor, elini ayağını öpüyor, Kelime-i
Şehadet getiriyor.
Hz Şems:
“Eğer Sultan Veled gelmeseydi, senle daha çok satranç oynardık biz” diyor…
“Çünkü kalbindeki put’u yıkmakta zorlanıyordum, ama bir şehzade gelip de bana
itibar edince, gönlündeki bütün putlar yıkılıverdi bana karşı” diyor… O geliş
anı bile bir başka insanın kurtulması için vesile olarak kullanılmış Hz Şems
tarafından…
Hz
Mevlâna’nın Hz Şems’in gelişiyle o müthiş olayla ilgili o kadar güzel şiirleri
var ki, Şems’in gelişi, başlı başına bir edebiyat, edebiyat değil bir duygu: “O
geliyor, o geliyor… Gül kokusu geliyor, bahar geliyor” diye öyle müthiş bir
şiiri var ki… Bu sevginin müziğidir… Mevlâna’nın müziğe olan ilgisi,
rağbetidir.
Hz
Şems’in Konya’ya ikinci gelişinden sonra meydana gelen değişimler daha çok Hz
Mevlâna’ya gelecekti Mevlâna’yı hazırlamak devri diye kabul edilir. Yani, Hz
Şems’in yaptığı birinci operasyondaki hâdise: bizzat Mevlâna’nın gönlünde aşk
ateşini alevlendirmek ve bütün dünyadan tecrit etmek, mekânları, zamanları, zaman
ötesini tanıtmak devridir.
İkinci
kez geldiği zaman hazırladığı operasyon ise; Hz Mevlâna’yı geleceğin Mevlâna’sı
olarak yetiştirmek, yani insanların gönlüne mesajlar verebilen bir Mevlâna
yetiştirmektir. Bu sebeple ikini gelişinde sohbetleri daha çok Hz Mevlâna’nın
Hz Şems’den sonra yazacağı Divan-ı Kebir, Mecâli- Seb’a, Mesnevi gibi
eserlerinin temel hikmetlerini ona lütfetmiştir, daha önemlisi bu devre
içerisinde Şems Hazretleri Mevlâna’nın gönlünde yanan o aşk ateşinin ışığı
altında mânâ ehli olmanın, hakiki, gerçek mü’min olmanın hikmetlerini
anlatmıştır.
Hz
Şems’in yemesi, içmesi, oturması, kalkması hayret uyandıran birşeydi. Ne zaman
yer, ne zaman içer bilinmezdi. Bir bakarsınız az, bir bakarsınız sırf Hz
Mevlâna’nın hatırı için yerdi.
Nihayet
bir gün, gül bahçesinde sohbet ederlerken, Hz Mevlâna’nın gönlünde Hz Şems’i
Konya’ya bağlamak için, burada evlense kalsa gibi bir temayülün uyandığı
sırada, Kimyâ Hâtun’a bakarak teşekkür eder, o anda Kimyâ Hâtun bayılır,
içeriye götürürler. Hz Şems, Hz Mevlâna’ya “İstediği oldu, kızcağızı zorla bize
bağladın” der… Madem ki sen bunu böyle istiyorsun, bizim için bir nazar
meselesidir bu.
Nitekim,
Kimyâ Hâtunla, Hz Şems evlenirler, Kimyâ Hâtun’un, Hz Şems’in ağırlığını
kaldıracak bir yapısı olmamakla beraber, daha evvelden bir saray terbiyesiyle
yetişmiş Mevlâna’dan eğitim görmüş bir kimse olarak, bir müddet bu yüke dayanır
ama, bir seneyi bulmayan bir zaman içerisinde dünyasını değiştirir Kimyâ Hâtun.
Hz Şems,
Kimyâ Hâtun’un dünyasını değişme hâdisesiyle Mevlâna’ya, gösterdi ki, “Bizim
bir yere bağlılığımız öyle senin düşündüğün gibi hâdiselerle mümkün değildir”
şeklinde bir yorumu, reçeteyi de vermiş oldu aynı zamanda.
Bundan
sonraki safhada, geçen günler içerisinde, Hz Şems enteresan bir teşebbüse
geçer. Mevlâna’ya, “Ben Sultan Veled’i bir tarîkat kurma konusunda eğiteceğim”
der ve (Mevlevîlik Tarîkatı aslında Sultan Veled tarafından kurulmuş, Hz Şems
dersleridir) Sultan Veled her yatsı namazından sonra gelip, Hz Şems’in huzuruna
diz çöktükten sonra, (Hz Şems tenbih etmiştir: Sakın bir şey sorma gönlüne al
ne istiyorsan diye) gönlünde hangi bahsi, hangi bölümü murad etmişse, Hz Şems
onu bir saat kadar anlatır, sonra da git, istirahat et, derdi. Sonra Mevlâna
Hazretleri gelir, sohbetlerine başlarlar… bir tarz MEVLEVÎLİK dediğimiz
tasavvuf edebiyatında, ilimlerinde fevkalâde kıymetli olan bir dökümantasyon
çıkar meydana.
Tabii her
şeyi anlatmak mümkün değil… Bizim amacımız Hz Mevlâna’yı (bir teşehhüd miktarı
derlerdi eskiden) bir görüntü olarak gösterip çekmektir. Çünkü, diğer
velîlerimizin de hikmetlerini nakletmek isiyoruz. Bütün teferruatıyla ayrıntılı
bilgi vermem çok zor, ancak şunu söyleyeyim ki, bir tarîkatın, bir mânevi yolun
temel bir takım “AHLÂK-I MUHAMMEDÎ YOLLARI VARDIR Kİ, BU YOLLAR FEDAKÂRLIK,
HOŞGÖRÜ, MERHAMET, SEVGİ, İNFAK GİBİ KAÇINILMAZ, EFENDİMİZ’E (SAV) AİT
MEZİYETLERLE DONANMASI GEREKİR.
2 comments :
Çok dehşet bir yazı sitem de paylaşacağım Allah razı olsun senden
Allah c.c sizlerdende razı olsun
Yorum Gönder