Dünyada ve âhirette insanoğlu için en
acı azap, herhalde pişmanlık ateşiyle yanıp kavrulmaktır. Zamanında yapmadığı
bir işin daha sonra ağır neticesiyle yüz yüze gelince hissettiği nedâmetin
acısını bilmeyen yoktur. Telâfîsi ve geri dönüşü olmayan kayıpların pişmanlığı
ise çok daha ağır olur. Bu tür acılar yaşamamak için istikbâli düşünmek ve
önceden tedbir almak îcâb eder.
İnsanın en büyük pişmanlığı ise,
imtihan edildiği bu dünyayı bırakıp öbür âleme geçeceğini anladığı an başlar.
Dünya hayatında sorumsuzca yaşayan insan, her zaman isteklerini sınırsızca
gerçekleştirebileceğini, hiçbir zaman hesap vermek zorunda kalmayacağını
düşünmeye başlar. Ancak âniden ölümle yüz yüze gelince bu düşüncelerinin yanlış
olduğunu anlayıp yaptıklarına ve yapamadıklarına pişmanlık duymaya başlar.
Kullarının bu acı hâle düşmesini istemeyen merhametli Rabbimiz, onları
defâlarca îkâz eder:
“Bizimle karşılaşmayı (bir gün
huzûrumuza çıkacağını) ummayanlar: «Bize melekler indirilse veya Rabbimizi
görsek ya!» dediler. Andolsun ki onlar kendileri hakkında kibre kapılmışlar ve
azgınlıkta pek ileri gitmişlerdir. (Fakat) melekleri görecekleri gün,
günahkârlara o gün hiçbir sevinç haberi yoktur ve: «(Size, sevinmek) yasaktır,
yasak!» derler. Onların yaptıkları her bir ameli ele alır saçılmış zerreler
haline getiririz (değersiz kılarız).”(Furkân 21-23)
“Kendilerine zulmederken meleklerin
canlarını aldığı kimseler: «Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk!» diye teslim
olurlar. (Melekler onlara) «Hayır, Allah sizin yaptıklarınızı elbette çok iyi
bilendir» der.” (Nahl 28)
Korku ve pişmanlıktan ne
yapacaklarını bilemeyen insan, günâhlarını inkâr etmeyi dener. Bunun bir fayda
vermediğini anlayınca yalvarmaya başlar:
“Kendilerine azabın geleceği, bu
yüzden zâlimlerin: «Ey Rabbimiz! Yakın bir müddete kadar bizi tehir et de senin
dâvetine uyalım ve peygamberlere tâbi olalım» diyecekleri gün hakkında
insanları uyar. (Onlara) «Daha önce, sizin için bir zevâl olmadığına dair yemin
etmemiş miydiniz?. (Sizden önce) kendilerine zulmedenlerin yurtlarında
oturdunuz, onlara nasıl muamele ettiğimiz size apaçık belli oldu ve size
misaller de verdik» denilir.” (İbrahim 44-45)
“Azâbın gelmesi”nden maksad, ölümdür.
Zira ölüm, günâhkârlar için azâb günlerinin ilkidir. Onlara evvelâ ölümün
sekerâtıyla azâb edilir. Bazen de bu azâb, “Haydi bakalım, ne olacaksa olsun!”
gibi isyankâr sözlerle dünyada âcilen istedikleri ve köklerini kazıyacak olan
tabiî âfetler şeklinde tezâhür eder. O zaman, azâbın kaldırılarak kısa bir süreliğine
mükellef oldukları hâle döndürülmeyi ve o esnâda Cenâb-ı Hakk’ı râzı edecek
amel-i sâlihler işlemeyi taleb ederler:
“Nihayet onlardan birine ölüm gelince
(tekrar tekrar şöyle) yalvarır: «Rabbim, beni dünyaya geri gönderiniz de daha
önce terkettiğim (îmân ve) sâlih amellere sıkıca sarılayım» der. Hayır! Bu,
sadece onun söylediği (boş) bir sözden ibarettir. Onların arkasında, tekrar
dirilecekleri güne kadar (devam edecek, dönmelerine engel) bir perde (berzah)
vardır.” (Mü’minûn 99-100)
Ölümün geldiğini gören kişi, bilhassa
geride bıraktığı malı ve mülkü için pişman olur. Bunları, Allah’ın râzı olduğu
şekilde kullanmak ve ifsâd ettiği şeyleri ıslâh etmek için izin ister.
Bir gün Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz:
“–Ölüp de pişmanlık duymayacak hiçbir
kimse yoktur.” buyurmuştu. Ashâb-ı kirâm:
“–O pişmanlık nedir yâ Rasûlallâh?”
diye sordular. Efendimiz (s.a.v):
“–Ölen, muhsin yani iyi ve sâlih bir
kişi ise, bu hâlini daha fazla artıramamış olduğuna; kötü biri ise, kötülükten
vazgeçerek hâlini ıslah etmediğine pişman olacaktır.” cevâbını verdi. (Tirmizî,
Zühd, 59/2403)
Yine Allah Rasûlü (s.a.v) şöyle
buyurmuştur:
“Bir kişi doğduğu günden ihtiyarlayıp
vefat ettiği güne kadar Allah rızâsını kazanma uğruna yüz üstü yerlerde sürünse
(yani her türlü meşakkate katlanarak ibadet, tâat ve hizmetlere koştursa),
kıyâmet günü bu yaptığını çok yetersiz görecek (ecir ve sevabını artırmak için
dünyaya tekrar döndürülmeyi taleb edecektir).” (Ahmed, IV, 185; Beyhakî, Şuab,
I, 479; Heysemî, I, 51; X, 225, 358)
Her şeyin hakîkatinin açıkça
görüldüğü kıyamet gününde şu gerçek ortaya çıkacak ki; insanı ebedî kurtuluşu
erdiren şey, Allah’a itaat ve sâlih bir kişi olmaktır.
Cenâb-ı Hak ölüm ânındaki pişmanlığın
hafif olması için şu tavsiyede bulunur:
“Ey iman edenler! Mallarınız ve
çocuklarınız sizi Allah’ın zikrinden alıkoymasın! Kim bunu yaparsa işte onlar
hüsrâna uğrayanlardır. Herhangi birinize ölüm gelip de: «Ey Rabbim, beni yakın
bir vakte kadar tehir etsen de zekât, sadaka versem ve sâlihlerden olsam!»
demesinden evvel size rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak edin. Çünkü
Allah, bir kimseyi eceli geldiğinde asla tehir etmez. Allah, yaptıklarınızdan
hakkıyla haberdardır.” (Münâfikûn 9-11)
Demek ki infak ve tasadduk, insanın
sâlih bir kişi hâline gelmesinde çok büyük bir tesire sahiptir. Cimrilik ise
kişiyi fısk ve fesâda sürükler.
İbn-i Abbâs (r.a):
“‒Kimin kendisini Rabbinin Beyt’ini
ziyarete götürecek veya zekât farz olacak kadar malı bulunur da bunları ifâ
etmezse, ölüm sırasında dünyaya geri dönmeyi ister.” buyurmuştu. Bir kişi:
“‒Ey İbn-i Abbâs, Allah’tan kork!
Geri dönmeyi isteyecek olanlar kâfirlerdir.” dedi. İbn-i Abbâs (r.a):
“‒Sözüme delil olarak sana Kur’ân-ı
Kerîm’den âyetler okuyacağım” dedi ve yukarıdaki âyetleri okudu. (Tirmizî,
Tefsir, 63/3316; Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, XII, 115/12636)
Diğer bir âyet-i kerîmede şöyle
buyrulur:
“«Doğru iseniz bu vaad (azap) ne
zamandır?» diyorlar. De ki: «Ben kendime bile Allah’ın dilediğinden başka ne
bir zarar ne de bir menfaat verme gücüne sahip değilim.» Her ümmetin bir eceli
vardır. Ecelleri geldiği zaman artık ne bir an tehir edilirler ne de bir an öne
alınırlar. De ki: Ne dersiniz? Allah’ın azabı size geceleyin veya gündüzün
gelirse (ne yaparsınız?). Suçlular ondan hangisini istemekte acele ediyorlar? Olacaklar
olduktan sonra mı O’na iman edeceksiniz? (O zaman size şöyle denir:) Şimdi mi?
Hâlbuki onu istemekte acele ediyordunuz. Sonra o (kendilerine) zulmedenlere,
«Ebedî azabı tadın!» denilecek. Vaktiyle kazandığınızdan başka bir sebeple
cezalandırılacak değilsiniz!” (Yûnus 10/50-52)
Firavun denizde boğulacağını
anlayınca “Hakîkaten, İsrailoğullarının inandığı İlâh’tan başka ilâh olmadığına
îmân ettim. Ben de O’na teslim olanlardanım!” demişti. Ona: “Şimdi mi! Hâlbuki
daha önce isyan etmiş ve fesadcılardan olmuştun. Senden sonra geleceklere ibret
olman için, bugün senin bedenini (cansız olarak) kurtaracağız.” denilmişti.
(Yûnus 90-92)
“Nihayet onu da ordularını da
yakalayıp denize attık. Bu esnâda kendi kendini kınayıp duruyordu.” (ez-Zâriyât
51/40)
Pişman olmayacak olsaydı Firavun
pişman olmazdı. Zira kibir ve azgınlıkta son hadde varmıştı. Ancak ölümü
görünce küfür, inat, taşkınlık ve fesadları sebebiyle kendi kendine şiddetle
kızıp kınamaya ve ayıplamaya başladı, bütün yaptıklarına nedâmet duydu, pişmanlık
ateşiyle yanıp kavruldu. Ancak o vakit hissettiği nedâmet ona fayda vermedi,
zira vakit geçmiş, fırsat kaçmıştı.
Günler geceler durmaz geçiyor,
Sermayen olan ömrün bitiyor,
Bülbüllere bak figan ediyor,
Ey gonca gül mevsim geçiyor!
Devrana girip seyran edelim,
Eyvah demeden Allah diyelim!
0 comments :
Yorum Gönder