28 Kasım 2016 Pazartesi

Muhammedi Kutuplar.


Faslu’l-Hitâb isimli eserin sonunda “ariflerin büyüklerinden biri” denilerek Şeyh Muhyiddin bin Arabî’den (k.s.) şunlar nakledilmiştir: Muhammediyyîn kutuplar iki kısımdır. Bir kısmı resulümüzün (s.a.v.) gönderilmesinden önce gelenlerdir. Bunlar 313 resuldür (a.s.). Diğer kısmı Resulümüzün (s.a.v.) gönderilmesinden sonra gelenlerdir. Bunların sayısı kıyamete kadar onikidir. Yani oniki menzil üzerine devrederler. Her biri bir nebinin kademi üzeredir. Halktan bir cemaatin işi, kendilerine ait olan ve etrafında devreden kutuplara gelince, bunlar bir iklimde veya yedi iklimde bir tarafta bulunurlar. Örneğin abdal gibi. Zira her iklimde o iklimin kutbu olan bir bedel vardır. Ve yine örneğin dört evtât gibi. Zira Hak Sübhânehû ve Teâlâ [38] onlarla dört yönü, yani doğu, batı, kuzey ve güney yönlerini muhafaza eder. Keza zamanlarında işlerinin medarı olmuşlardır. Bunlara ariflerin kutbu, muhip ve âşıkların kutbu, tevekkül ehlinin kutbu, zahitlerin kutbu, âbitlerin kutbu derler. Bunlardan başka daha sayısız kutup vardır.
Bizim söz konusu ettiğimiz, Peygamberimizden (s.a.v.) sonra bu ümmetin medarı olmuş olan oniki kutuptur. Nitekim cismani âlemin medarı oniki burç üzerinedir. Müfredûn taifesi ise bunlardan hariçtir. Müfredûn, kutbun dairesinden hariç olan bir cemaattir. Hızır (a.s.) ve iki hatm onlardandır. Peygamberimiz (s.a.v.) gönderilmeden önce onlardandı.
Birincisi Nuh’un kademi üzerinedir. Suresi de Yâsîn suresidir. Kutupların en kâmili bu kutuptur, Hak Sübhânehû ve Teâlâ, hüküm bakımından ona zahir ve bâtın suretini toplamıştır. Zahirde kılıçla, bâtında himmetle halifedir, oniki kutup içinde bundan başkasına gereken bütün şeyler verilmemiştir. Nitekim Âdem’e (a.s.) bütün isimler, Muhammed’e (s.a.v.) cevâmi’-i kelim verilmiştir. Şayet bir kimse Muhammed’in (s.a.v.) kademi üzerine olsaydı bu kutup olurdur. Lakin Muhammed’in (s.a.v.) kademi üzerine olmak hiç kimse için kolay değildir.
İkincisi İbrahim Halilullah’ın (a.s.) kademi üzerinedir. Suresi İhlâs suresidir, hüccet ve nazari delil sahibidir. İkamet ettiği mesken havada ve gökyüzünü çevreleyen boşluktadır. Bir kürsi üzerinde ir ev içinde oturup halka nazar etmektedir.
Üçüncüsü Musa’nın kademi üzerinedir. Suresi Nasr suresidir. Bu kutup ilkin evtâttandı, sonra kutbiyete nakledildi. Nitekim ikinci kutup önce imamlardandı, sonra kutb oldu. Hak Sübhânehû ve Teâlâ bu kutba nidâ makamında bir gece içinde onikibin zevk ilmi [ulum-i zevkiye] ihyan eyledi. Nidâ makamı en büyük makamlardandır.
Dördüncü kutup İsa’nın kademi üzerinedir. Kur’ân’da suresi Kâfirûn’dur. Kur’an’ın dörtte biridir. [Kur’an’ın dörtte birine bedeldir.] Onun için ilimlerden her makamda altıyüz makam vardır.
Beşinci kutup Davud’un (a.s.) kademi üzerinedir. Kur’ân’da suresi Zilzal’dir, Kur’an’un yarısıdır. Makamı muhabbettir, bu da önce imamlardandı, sonra kutbiyete naklolundu. Bunun muhabbet makamında acayip halleri vardır. Bu küçük hacimdeki kitabın onun tafsilatına tahammülü yoktur.
Altıncı kutup Süleyman’ın kademi üzerinedir, suresi Bakara’dır. Bu kutbun hali o derece büyüktür ki, âlem ona takat yetiremez. Zira onun zevki, Hak’kın gücü olan kalp mertebesidir. Nitakim hadiste: “Yer beni almadı, sema da beni almadı, lakin mümin kulumun kalbi aldı, yerlere ve göklere sığmadım, kulumun kalbine sığdım” buyurmuştur.
Sekizinci kutup İlyas’ın (a.s.) kademi üzerinedir. Kur’ân’daki suresi Al-i İmrân’dır, menzil ve makamları bu surenin ayetlerinin sayısı kadardır. Bu kutbun hali Allah’ın kelamında müteşâbih [mecazi anlamlar yüklemeye uygun] olanı bilmesidir. “Tevilini ondan başkası bilmez” [ÂL-İ İMRÂN 3:7] ayetiyle anlatılan müteşâbihleri o bilir. Hak Sübhânehû ve Teâlâ’nın bildirmesiyle kutup, bütün müteşâbih olan ayetlerin özelliklerini bilir, onun nezdinde bütün müteşâbih ayetler muhkemdir [değiştirilemez sözler].
Dokuzuncu kutup Lût’un (a.s.) kademi üzerinedir. Suresi Kehf’dir. Bu kutup kötü edepten korunmuştur. Kötü edep sahibini Hak’ka yakınlık makamından uzaklaştırdığı için bu durumdan azami derecede uzak durur. Bunun bildiği ilim itisâm ilmidir. Nitakim Allah Teâlâ “Allah’a sarılınız” [NİSÂ 4:146]; “Hepiniz Allah’ın ipine sarılınız” [ÂL-İ İMRÂN 3:103] buyurmuştur. Bu kutup iki itisâmı bir araya getirmiştir. İki itisâm arasındaki fark şudur: İtisâm bi-hablillah: Hakikatte Allah’ın ipi sırat köprüsü ve Hak dindir. Buna sarılanların mertebesi “Sadece senden yardım isteriz” [FÂTİHA 1:5] ifadesidir. Bu mertebenin sahibi daime Hak’tan gayrı olan şeylerden Hak’ka iltica eder. İtisâm billah: Bu makamda olanlar sırat köprüsünden bir adım dışarı basmamışlardır. Lakin Hak’tan gayrı olan şeyler nazarlarında tükenmiş haldedir, onun için bunların ilticası her zaman Hak’tan Hak’kadır. Nitekim hadiste “Senden sana iltica ediyorum” buyrulmuştur. Zira halktan bir şey Hak karşısında duramaz, ona mukavemet edemez, o halde masivaya iltica edilemez, yalnızca masivadan iltica edilir.
Bu kutup Deccal’i katleder, İsa’yla (a.s.) görüşür.
Onuncu kutup Hûd (a.s.) kademi üzerinedir, suresi En’âm’dır. O tam ve kâmildir, En’âm suresindeki ayet sayısınca menzilleri ve makamları vardır. Bu kutup çok sayıda ilme vâkıftır, bunlardan biri istihkak ilmidir. Yani bir mahlukun halk içinde neye müstahak olduğunu bilir. Şu halde en büyük inayet ve ilahi koruma odur.
Onbirinci kutup Salih’in (a.s.) kademi üzerinedir. Kur’ân’daki suresi Tâhâ’dır. Eksiksiz şeref onundur. Tâhâ suresindeki [40] ayet sayısınca menzil ve makamları vardır. Hak Sübhânehû ve Teâlâ’nın cennette kullarına aracısız olarak bizzat okuyacağı sure budur. Bu kutup Hak Sübhânehû ve Teâlâ’nın naibidir. Nitekim Hz. Ali (r.a.) Beraet suresini Mekke halkına okumakta Resulullah’ın (s.a.v.) naibiydi. Resulullah (s.a.v) ilkin Ebubekir’i (r.a.) naip olarak göndermiş, sonra Hz. Ali’yi (r.a.)davet etmiş, ona da aynı şeyi emretmişti. Hz. Ali hemen Hz. Ebubekir’in ardından koştu ona yetişti, Mekke’ye geldikleri vakit Ebubekir (r.a.) halka hac ettirdi. Hz. Ali (r.a.) Tevbe suresini tebliğ etti. Resulullah’a (s.a.v.) naip olarak bu sureyi halka okudu. Bu kıssa sana Ebubekir-i Sıddık’ın (r.a.) hilafetinin sıhhatini, Hz. Ali’nin (r.a.) menzil ve makamını gösterir.
Onikinci kutup Şuayb’ın (a.s.) kademi üzerinedir. Kur’ân’daki suresi Mülk’tür. Okuyucusuyla kıyamet günü mücadele edecek olan sure budur. Nitekim ayetleri dikkatle okunsa bu malum olur. Burhan ilmi, ilimlerin ölçü ve sınırlarını tanımak bu kutba aittir. İlahi, tabii, riyazi ve mantıki ilimlerden her ilim hakkında ilahi bir zevk sahibidir. Bu ilimlerin he çeşidi onun nazarında ilahi ilimdir, hepsini Allah Teâlâ ve takaddes hazretlerinden almıştır. Bunlar Hak’tan başkasını görmezler, bu ilimlerden her mesele onlar için Hak Sübhânehû ve Teâlâ uluhiyetini, vahdeti ve kudretindeki kemale bir ayettir, bir delildir.

Bu oniki kutbun tertibinde birinci, ikinci, üçüncü … sonuna kadar dediğimiz zaman maksadımız zamanla ilgili olan tertip değildir, tam tersine sayısal olarak oniki sayısına gelinceye kadar süren tertibi kastediyoruz. Öyle vakit olur ki, ikinci kutup onuncu kutup olur. Ve daha başka sayıdaki bir kutup olur. “Allah doğru söylüyor ve Hak yola iletiyor.” Bu kutuplardan birini sayılardan bir rakamı verilir. Bu kutup özel bir tevhit sahibidir, diğer kutba iki sayısı verilir ve onuncuya kadar bu şekilde devam edilir, onbirini kutba yüz, onikinci kutba bin sayıları verilir. Müfred olan için [müfredûn] sayı terkipleri bu oniki mertebeden sonsuza kadar devam eder. Bu kutupların hepsinin heciresi, yani daima söyledikleri kelime birdir: Allah! Allah! Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de “Allah’ı çok zikreden kadın ve erkekler” [AHZÂB 33:35] [41] buyrulmuştur. Meşarik-i Şerif’te, Enes bin Malik’ten (r.a.) rivayet edilen bir Müslim hadisinde şöyle denilmiştir: “Yeryüzünde Allah, Allah denildiği sürece kıyamet kopmaz.” Yani yeryüzünde medar-i âlem olan kutup bulunduğu, Allah Teâlâ’nın âlemi himmetiyle koruduğu müfred mevcut olduğu sürece kıyamet kopmaz. Zira oniki kutbun her birinin heciresi ve virdi Allah, Allah’tır.

0 comments :