Faslu’l-Hitâb isimli eserin sonunda
“ariflerin büyüklerinden biri” denilerek Şeyh Muhyiddin bin Arabî’den (k.s.)
şunlar nakledilmiştir: Muhammediyyîn kutuplar iki kısımdır. Bir kısmı
resulümüzün (s.a.v.) gönderilmesinden önce gelenlerdir. Bunlar 313 resuldür
(a.s.). Diğer kısmı Resulümüzün (s.a.v.) gönderilmesinden sonra gelenlerdir.
Bunların sayısı kıyamete kadar onikidir. Yani oniki menzil üzerine devrederler.
Her biri bir nebinin kademi üzeredir. Halktan bir cemaatin işi, kendilerine ait
olan ve etrafında devreden kutuplara gelince, bunlar bir iklimde veya yedi
iklimde bir tarafta bulunurlar. Örneğin abdal gibi. Zira her iklimde o iklimin
kutbu olan bir bedel vardır. Ve yine örneğin dört evtât gibi. Zira Hak
Sübhânehû ve Teâlâ [38] onlarla dört yönü, yani doğu, batı, kuzey ve güney
yönlerini muhafaza eder. Keza zamanlarında işlerinin medarı olmuşlardır.
Bunlara ariflerin kutbu, muhip ve âşıkların kutbu, tevekkül ehlinin kutbu,
zahitlerin kutbu, âbitlerin kutbu derler. Bunlardan başka daha sayısız kutup
vardır.
Bizim söz
konusu ettiğimiz, Peygamberimizden (s.a.v.) sonra bu ümmetin medarı olmuş olan
oniki kutuptur. Nitekim cismani âlemin medarı oniki burç
üzerinedir. Müfredûn taifesi ise bunlardan hariçtir. Müfredûn,
kutbun dairesinden hariç olan bir cemaattir. Hızır (a.s.) ve iki hatm
onlardandır. Peygamberimiz (s.a.v.) gönderilmeden önce onlardandı.
Birincisi
Nuh’un kademi üzerinedir. Suresi de Yâsîn suresidir. Kutupların en kâmili bu
kutuptur, Hak Sübhânehû ve Teâlâ, hüküm bakımından ona zahir ve bâtın suretini
toplamıştır. Zahirde kılıçla, bâtında himmetle halifedir, oniki kutup içinde
bundan başkasına gereken bütün şeyler verilmemiştir. Nitekim Âdem’e (a.s.)
bütün isimler, Muhammed’e (s.a.v.) cevâmi’-i kelim verilmiştir. Şayet bir kimse
Muhammed’in (s.a.v.) kademi üzerine olsaydı bu kutup olurdur. Lakin Muhammed’in
(s.a.v.) kademi üzerine olmak hiç kimse için kolay değildir.
İkincisi
İbrahim Halilullah’ın (a.s.) kademi üzerinedir. Suresi İhlâs suresidir, hüccet
ve nazari delil sahibidir. İkamet ettiği mesken havada ve gökyüzünü çevreleyen
boşluktadır. Bir kürsi üzerinde ir ev içinde oturup halka nazar etmektedir.
Üçüncüsü
Musa’nın kademi üzerinedir. Suresi Nasr suresidir. Bu kutup ilkin evtâttandı,
sonra kutbiyete nakledildi. Nitekim ikinci kutup önce imamlardandı, sonra kutb
oldu. Hak Sübhânehû ve Teâlâ bu kutba nidâ makamında bir gece içinde onikibin
zevk ilmi [ulum-i zevkiye] ihyan eyledi. Nidâ makamı en büyük makamlardandır.
Dördüncü
kutup İsa’nın kademi üzerinedir. Kur’ân’da suresi Kâfirûn’dur. Kur’an’ın dörtte
biridir. [Kur’an’ın dörtte birine bedeldir.] Onun için ilimlerden her makamda
altıyüz makam vardır.
Beşinci kutup
Davud’un (a.s.) kademi üzerinedir. Kur’ân’da suresi Zilzal’dir, Kur’an’un
yarısıdır. Makamı muhabbettir, bu da önce imamlardandı, sonra kutbiyete
naklolundu. Bunun muhabbet makamında acayip halleri vardır. Bu küçük hacimdeki
kitabın onun tafsilatına tahammülü yoktur.
Altıncı kutup
Süleyman’ın kademi üzerinedir, suresi Bakara’dır. Bu kutbun hali o derece
büyüktür ki, âlem ona takat yetiremez. Zira onun zevki, Hak’kın gücü olan kalp
mertebesidir. Nitakim hadiste: “Yer beni almadı, sema da beni almadı, lakin
mümin kulumun kalbi aldı, yerlere ve göklere sığmadım, kulumun kalbine sığdım”
buyurmuştur.
Sekizinci
kutup İlyas’ın (a.s.) kademi üzerinedir. Kur’ân’daki suresi Al-i İmrân’dır,
menzil ve makamları bu surenin ayetlerinin sayısı kadardır. Bu kutbun hali
Allah’ın kelamında müteşâbih [mecazi anlamlar yüklemeye uygun] olanı
bilmesidir. “Tevilini ondan başkası bilmez” [ÂL-İ İMRÂN 3:7] ayetiyle anlatılan
müteşâbihleri o bilir. Hak Sübhânehû ve Teâlâ’nın bildirmesiyle kutup, bütün
müteşâbih olan ayetlerin özelliklerini bilir, onun nezdinde bütün müteşâbih
ayetler muhkemdir [değiştirilemez sözler].
Dokuzuncu
kutup Lût’un (a.s.) kademi üzerinedir. Suresi Kehf’dir. Bu kutup kötü edepten
korunmuştur. Kötü edep sahibini Hak’ka yakınlık makamından uzaklaştırdığı için
bu durumdan azami derecede uzak durur. Bunun bildiği ilim itisâm ilmidir.
Nitakim Allah Teâlâ “Allah’a sarılınız” [NİSÂ 4:146]; “Hepiniz Allah’ın ipine
sarılınız” [ÂL-İ İMRÂN 3:103] buyurmuştur. Bu kutup iki itisâmı bir araya
getirmiştir. İki itisâm arasındaki fark şudur: İtisâm bi-hablillah: Hakikatte
Allah’ın ipi sırat köprüsü ve Hak dindir. Buna sarılanların mertebesi “Sadece
senden yardım isteriz” [FÂTİHA 1:5] ifadesidir. Bu mertebenin sahibi daime
Hak’tan gayrı olan şeylerden Hak’ka iltica eder. İtisâm billah: Bu makamda
olanlar sırat köprüsünden bir adım dışarı basmamışlardır. Lakin Hak’tan gayrı
olan şeyler nazarlarında tükenmiş haldedir, onun için bunların ilticası her
zaman Hak’tan Hak’kadır. Nitekim hadiste “Senden sana iltica ediyorum”
buyrulmuştur. Zira halktan bir şey Hak karşısında duramaz, ona mukavemet
edemez, o halde masivaya iltica edilemez, yalnızca masivadan iltica edilir.
Bu kutup
Deccal’i katleder, İsa’yla (a.s.) görüşür.
Onuncu kutup
Hûd (a.s.) kademi üzerinedir, suresi En’âm’dır. O tam ve kâmildir, En’âm
suresindeki ayet sayısınca menzilleri ve makamları vardır. Bu kutup çok sayıda
ilme vâkıftır, bunlardan biri istihkak ilmidir. Yani bir mahlukun halk içinde
neye müstahak olduğunu bilir. Şu halde en büyük inayet ve ilahi koruma odur.
Onbirinci
kutup Salih’in (a.s.) kademi üzerinedir. Kur’ân’daki suresi Tâhâ’dır. Eksiksiz
şeref onundur. Tâhâ suresindeki [40] ayet sayısınca menzil ve makamları vardır.
Hak Sübhânehû ve Teâlâ’nın cennette kullarına aracısız olarak bizzat okuyacağı
sure budur. Bu kutup Hak Sübhânehû ve Teâlâ’nın naibidir. Nitekim Hz. Ali
(r.a.) Beraet suresini Mekke halkına okumakta Resulullah’ın (s.a.v.) naibiydi.
Resulullah (s.a.v) ilkin Ebubekir’i (r.a.) naip olarak göndermiş, sonra Hz.
Ali’yi (r.a.)davet etmiş, ona da aynı şeyi emretmişti. Hz. Ali hemen Hz.
Ebubekir’in ardından koştu ona yetişti, Mekke’ye geldikleri vakit Ebubekir
(r.a.) halka hac ettirdi. Hz. Ali (r.a.) Tevbe suresini tebliğ etti.
Resulullah’a (s.a.v.) naip olarak bu sureyi halka okudu. Bu kıssa sana Ebubekir-i
Sıddık’ın (r.a.) hilafetinin sıhhatini, Hz. Ali’nin (r.a.) menzil ve makamını
gösterir.
Onikinci
kutup Şuayb’ın (a.s.) kademi üzerinedir. Kur’ân’daki suresi Mülk’tür.
Okuyucusuyla kıyamet günü mücadele edecek olan sure budur. Nitekim ayetleri
dikkatle okunsa bu malum olur. Burhan ilmi, ilimlerin ölçü ve sınırlarını
tanımak bu kutba aittir. İlahi, tabii, riyazi ve mantıki ilimlerden her ilim
hakkında ilahi bir zevk sahibidir. Bu ilimlerin he çeşidi onun nazarında ilahi
ilimdir, hepsini Allah Teâlâ ve takaddes hazretlerinden almıştır. Bunlar
Hak’tan başkasını görmezler, bu ilimlerden her mesele onlar için Hak Sübhânehû
ve Teâlâ uluhiyetini, vahdeti ve kudretindeki kemale bir ayettir, bir delildir.
Bu oniki
kutbun tertibinde birinci, ikinci, üçüncü … sonuna kadar dediğimiz zaman
maksadımız zamanla ilgili olan tertip değildir, tam tersine sayısal olarak
oniki sayısına gelinceye kadar süren tertibi kastediyoruz. Öyle vakit olur ki,
ikinci kutup onuncu kutup olur. Ve daha başka sayıdaki bir kutup olur. “Allah
doğru söylüyor ve Hak yola iletiyor.” Bu kutuplardan birini sayılardan bir
rakamı verilir. Bu kutup özel bir tevhit sahibidir, diğer kutba iki sayısı
verilir ve onuncuya kadar bu şekilde devam edilir, onbirini kutba yüz, onikinci
kutba bin sayıları verilir. Müfred olan için [müfredûn] sayı terkipleri bu
oniki mertebeden sonsuza kadar devam eder. Bu kutupların hepsinin heciresi,
yani daima söyledikleri kelime birdir: Allah! Allah! Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de
“Allah’ı çok zikreden kadın ve erkekler” [AHZÂB 33:35] [41] buyrulmuştur. Meşarik-i Şerif’te, Enes bin Malik’ten (r.a.) rivayet
edilen bir Müslim hadisinde şöyle denilmiştir: “Yeryüzünde Allah, Allah
denildiği sürece kıyamet kopmaz.” Yani yeryüzünde medar-i âlem olan kutup
bulunduğu, Allah Teâlâ’nın âlemi himmetiyle koruduğu müfred mevcut olduğu
sürece kıyamet kopmaz. Zira oniki kutbun her birinin heciresi ve virdi Allah,
Allah’tır.
0 comments :
Yorum Gönder