Muhammed Mâsûm Serhendî,
Mektûbât’ında (2. cild, 140. mektub) diyor ki: „Hadîs-i kudsîde; „Bir velî
kuluma düşmanlık eden, benimle harb etmiş olur. Kulumu bana yaklaştıran şeyler
arasında, en sevdiğim, ona farz ettiğim şeydir. Nâfile ibâdet yaparak, bana
yaklaşan kulumu çok severim. Çok sevdiğim kulumun işiten kulağı, gören gözü,
tutan eli, yürüyen ayağı olurum. İstediğini elbette veririm. Bana sığındığı
zaman, elbette korurum.“ buyruldu. Farzlarla hâsıl olan kurb, yâni Allah’a
yaklaşmak, nâfilelerle hasıl olandan, elbette daha çoktur. Fakat, takva
sâhiplerinin ihlâs ile yaptığı farzlar kurb hâsıl eder. (Takvâ, haramlardan
nefret etmek, haram işlemeyi hâtıra bile getirmemektir.
Allah’a yaklaşmak, O’nun
rızâsına , sevgisine kavuşmak demektir.) Takvâ ve ihlâs elde etmek için de,
tasavvuf ehlinin bildirdiği vazîfeleri yapmak lâzımdır. Farzların kurb hâsıl
etmesi için, bu nâfile vazîfeleri yapmak şarttır. Nâfile ibâdetleri yapmaya „Sülûk“
denir. Sülûk vâsıtası ile, insanda „Fenâ“ hâsıl olarak, Allah’dan başka her
şeyin sevgisi kalbinden silinir. Sonra „Bekâ“ hâsıl olarak, Allah’ın sevgisi,
kalbine yerleşir. Her şeyi Allah için sever. Her işi Allah için yapar. Böyle
insana „Velî“ denir. Ancak bunun yaptığı farzlar kurb hâsıl eder. Takvâ hâsıl
etmek için iki yol vardır: Birincisi, Ehl-i sünnet îtikâdını ve ibâdetlerin
şartlarını ve haramları öğrenip, haram işlememek için kendini zorlayarak,
ibadetleri yapmaktır.
Bunları öğrenmek ve yapmak
senelerce sürer. İkinci yol, sülûk vazîfeleridir. Bu yol ile, takvâ az zamanda
hâsıl olur. Eshâb-ı kirâmın hepsi, hep bu yoldan takvâya kavuştular. Bir
„Mürşid“i, „Rehber“i tanıyıp, sohbetinde bulunan, yâni yanında edeb ile,
severek oturan yâhut uzaktan râbıta yapan, yâni yüzünü hayâline getirerek edeb
ile bakan kimsenin kalbine, mürşidin kalbinden feyz gelir. Yâni kalbinde fenâ
ve bekâ hâsıl olur. Bir „Mürşid“ tanımayınca, birinci yolda çalışmak îcâb eder.
Mazhâr-ı Cân-ı Cânân hazretleri; „Bütün feyzlere, bütün nîmetlere, üstâdlarıma
olan sevgim sebebi ile kavuştum. Kusurlu ibâdetlerimiz, bizi Allah’a
yaklaştırmaya sebeb olabilir mi?“ buyurdu. İbâdetin, insanı, Allah’a
yaklaştırabilmesi için, ihlâs ile yapılması lâzımdır. İhlâs da, ancak
âriflerden feyz almakla hâsıl olur.
Künûzu’d-Dekâik’daki hadîs-i
şerîfte; „Her şeyin menbâı vardır. İhlâsın, takvânın menbâı, kaynağı, âriflerin
kalpleridir.“ buyruldu. Velî olmak için, yâni Allah’a yakın olmak, yâni O’nun
sevgisine kavuşmak için, farzları yapmak lâzımdır. Farzların birincisi, Ehl-i
sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi îmân etmektir. Bundan sonra, haramlardan
sakınmak ve farz olan ibâdetleri yapmak ve evliyâyı sevmektir. Sevdiği velîden
feyz gelerek kalbi temizlenir. Muhakkak velî olur. Senâullah-ı Pânî-pütî’nin
yazdığı Tefsîr-i Mazharî’de Cin sûresinin 26. âyet-i kerîmesinin tefsîrinde
Allah’ın, gaybdan bildiği şeylerin bâzılarını Peygamberlerinden dilediğine
bildirdiğini açıklarken; „Allah, evliyâsına vâsıtasız da bildirir. Hazret-i
Ömer’e, Sâriye’yi gösterdi. Mûsâ aleyhisselâmın annesine, oğlunu denize
koymasını, yine geri göndereceğini ve nebi yapacağını bildirdiğini haber
veriyor. Havârîlere vahiy gibi bildirdiğini ve hazret-i Meryem’e; „Hurma
kütüğünü salla, tâze hurma olacak. Onları ye.“ dediğini haber veriyor. Bunlar
peygamber değildi. Velî idiler.“ buyruluyor.
Akâid kitaplarında, evliyânın
kerametlerinden bir kısmı yazılmıştır. Abdülganî Nablüsî’nin,
El-Hadîkat-ün-Nediyye fî Şerh-it-Tarîkat-il-Muhammediyye (c.2, s.126) isimli
kıymetli kitabında açıkladığına göre: „Rasûlullah ile, Eshâb-ı kirâm ile ve
Tâbiîn ile, bunlar öldükten sonra da, Allah’a tevessül etmek, yâni bunların
hürmeti için, dilekte bulunmak câiz ve meşrûdur. Tevessül etmek, şefâatini
istemektir. Ehl-i sünnet âlimleri, bunun câiz olduğunu bildirdiler. Mûtezile
fırkası ise buna inanmadı. Tevessül edenin duâsının kabûl olması, tevessül
olunanın kerâmeti olur. Yâni, öldükten sonra kerâmet göstermesi olur. Bid’at
sâhibi, sapık olanlar buna inanmadılar. İmâm Abdürraûf el-Münâvî
El-Câmiu’s-Sagîr şerhi olan Feyz-ul-Kadîr’inde bu câhillere cevap vermektedir.
İmâm-ı Sübkî de buyuruyor ki:
„Rasûlullah ile tevessül etmek, yâni istiğase etmek, O’ndan şefâat istemektir.
Bu ise güzel bir şeydir. Önceki ve sonraki İslâm âlimlerinden hiçbiri buna
karşı bir şey dememişlerdir. Yalnız İbn-i Teymiyye, bunu inkâr etmiştir.
Böylece doğru yoldan ayrılmıştır. Kendisinden önce gelen âlimlerden
hiçbirisinin söylemediği bir bid’at çıkarmış, bu bid’ati ile müslümanların
diline düşmüştür. Resûlullah’ın ismi ile kasem ederek, yâni Rasûlullah hakkı
için diyerek, Allah’dan bir şey istemenin câiz olduğunu, İbn-i Abdüsselâm uzun
bildirmektedir. Resûlullah’ın vârisi olan evliyâ ile de kasem câiz olduğunu,
Ma’rûf-i Kerhî bildirmekte ve bu husus Kuşeyrî Risâlesi’nde yazılmaktadır.“
Yine Hadîka’da (s.151) deniliyor ki: Herhangi bir müctehidin câiz olur dediği
bir şeyi yapana mâni olmamalıdır. çünkü dört mezhebden birini taklid etmek
câizdir. Bunun için, kabir ziyâret edenlere, evliyânın mezarları ile teberrük
edenlere, hastası iyi olmak için veya gâib olan şeyin bulunması için bunlara
nezir yapanlara mâni olmamalıdır.
Adak yaparken, evliyâya adak
demek mecâz olup, türbeye hizmet edenlere adak demektir. Fakire zekât verirken,
ödünç verdiğini söylemek gibidir ve böyle söylemenin câiz olduğu
bildirilmiştir. Burada söze değil, mânâya bakılır. Bunun gibi, fakire verilen
hediye, sadaka olur. Zengine verilen sadaka da hediye olur. İbn-i Hacer-i
Heytemî, evliyânın kabirlerine nezir yapılırken, onun çocuklarına veya
talebesine, yâhut orada bulunan fakirlere sadaka olması gibi başka bir kurbet,
yâni başka bir hayır niyet edilirse, bu nezrin sahîh olacağına fetvâ vermiştir.
Böyle nezirlerin, niyet edilen kimselere verilmesi lâzım olur. Şimdi türbelere
yapılan nezirlerin hepsinde böyle niyet edilmektedir. Velîye nezr sözünden bunu
anlamak lâzımdır.
Geçmiş evliyâya dil uzatmak,
onlara câhil demek, sözlerinden dinimize uymayan mânâlar çıkarmak, öldükten
sonra da kerâmet gösterdiklerine inanmamak ve ölünce velîlikleri biter sanmak
ve onların kabirleri ile bereketlenenlere mâni olmak, müslümanlara sû-i zan,
zulmetmek, mallarını gasb etmek gibi, hased, iftira ve yalan söylemek ve gıybet
etmek gibi haramdır. Tarihde olduğu gibi günümüzde de birçok insanın,
gayrımüslimin İslam’a , Allah yoluna girmesine vesîle olan, İslâm’a büyük
hizmetler yapmağa devam eden velîlerin kıymetlerini bilip hiçbirine dil
uzatmamalıdır. Çünkü bir velinin velayetini inkâr eden veliyi Allah nezdindeki
derecesinden uzaklaştırmaz ancak kendisini ilahi zevklerden mahrûm bırakır.
0 comments :
Yorum Gönder