10 Şubat 2017 Cuma

Gayb Erleri ..!

İnanın veya inanmayın, 5 duyu ile algılayamadığın nice vakalara şahitlik ettin ya da okudun. İşte bu yazıda bu vakalara vesile olanları tanıyacaksın.
Bireyler olarak nasıl bazı şahsi sırlarımız var ise içerisinde yaşadığımız bu dünyanın ve dünyanın içerisinde olduğu evrenin de tespit edilemeyen sırları vardır. Bizler fennin, yani bilimin, gelişmesi ile bazı sırlara vakıf oluyoruz. Binlerce yıl önce dile getirilen ama o zaman düz anlamıyla idrak edilen cümleleri bugün muhtevası da dahil olmak üzere daha iyi anlıyoruz. Kur’an’daki ayetler bu duruma bir örnek olarak gösterilebilir.
Her dönem içerisinde, en başından beri, yukarıda dile getirilen sırlara herhangi bir aracı gerekmeden vakıf olmuş kişiler bulunmaktadır. Bu kişileri bizler bilemeyiz, kendileri gizlenmişlerdir. Ancak “sanı” üzerine bazı söylemler yapabiliriz… Peki, İslam’ın nezdinde bu kişiler nasıl açıklanıyor?
Abdurrahman Cami’nin (d. 18 Ağustos 1414- ö. 19 Kasım 1492) yazdığı ve Lamii Çelebi’nin (d. 1472 – ö. 1533) çevirisi ile günümüze ulaşan Nefahat’ta Allah dostu yani Evliyaullah, 3 tabakada sınıflandırılır.
TABAKALAR
  1. Tabaka: Bilinmeyen sır taşıyıcıları.
Bu tabakadaki seviyeyi izah için bir hadis ve bir menkıbeyi sizlere aktaracağım.
– 1. tabaka için hadis:
Hz. Muhammed (SAV) Efendimiz’e, Allah Teala’nın “Veli kullarım, kubbelerim altındadır. Onları, Ben’den başkaları bilmez.” demiştir – Hadis (Raviyi bulamadım)
– 1. tabaka için menkıbe:
“Birgün Hz. Mevalana (RA) yine bir gün sohbet halkasında vaaz verirken, halkaya Hz. Hızır (AS) katılır. Vaaz o kadar güzeldir ki Hz. Hızır (AS) “Ne kadar güzel anlatıyorsun, bu güzelliklere tanık olmuş olmalısın” şeklinde bir cümle ile sohbete ortak olur.
Lakin bu esnada onu rahatsız eden bir durum gerçekleşir. Hz. Hızır (AS) yanındaki kişinin kısık sesle horlayarak uyuduğunu fark eder. Bunu bir saygısızlık olarak addederek onu uyanması için dürter. Horlayan şahıs gözlerini kısık bir şekilde açarak Hz. Hızır’a (AS) bakar ve yeninden aynı hale geçer, horlayarak uyumaya devam eder. Hz. Hızır (AS) o adamı yeniden dürter. Horlayan şahıs gözlerini yine kısık bir şekilde açarak Hz. Hızır’a (AS) bakar. Ve yeniden horlama eşliğinde uykuya dalar.
Hz. Hızır (AS) bu dürtme işlemini üçüncü kez ve sert bir şekilde yaptığında o sohbet halkasındaki adam Hz. Hızır’a (AS) yaklaşarak kısık bir ses tonu ile “Eğer bir daha beni dürtersen senin Hızır olduğunu buradaki herkese söylerim” der…”
Bu durum üzerine şaşırıp Allah Teala’ya “Yarabbi senin bana verdiğin sırra vakıf olan kullarının listesinde bu zatın adı yok” diye soran Hz. Hızır (AS)  “Sana, beni seven kullarımın listesini verdim. Sendeki listede benim sevdiklerim yok” cevabını alır.
İşte birinci tabakadakiler için “Allah’ın varlığında yok olmuş” kimselerdir diyebiliriz. Allah Teala’nın hazinesindeki kıymetli varlıklardır bu tabakadakiler. Bu kimselerin vasıtası, yani vesile kılınmaları ile de insanların sıkıntıları giderilir.
Velhasıl buradaki en önemli husus kim oldukları bilinmeyen, unutulan ve bazı sanılar üzerine tanım yapılan bu şahıslar, vesile kılınarak insanlara yardım ederler.
  1. Tabaka: Göz önündeki sır taşıyıcılarıdırlar.
Dış görünüş ve hayatı idame ettirme bakımından normal bir insandan asla farklılık sergilemezler. Lakin çevrelerini hal ve hareketleriyle doğruya yönlendirme işlemini yapmaktadırlar.
İyi huylu, yalan söylemeyen, kavgacı olmayan, bardağın boş tarafını görüp dolu tarafını bir kazanım sayan, işlerinde aynı normal insanlar gibi “Allah rızası ve sevab gözetimi” için yapan kimselerdir bunlar. Konuştuklarında dikkat çekici, akıl karıştıran ve profillerini belli edecek karmaşık cümleler kurmazlar ki açığa çıkmasınlar. Haliyle ne mucize ne de benzeri bir olanüstülük durum göstermezler.
Bu tabakadakiler, insanlara doğru yola yönelmelerinde birer işarettirler. İnşallah sizler de bu zatları görenlerden olursunuz 🙂
  1. Tabaka:  Kendini dahi bilmeyen sır taşıyıcıları.
Allah’a olan sevgi ve ibadetten dolayı kendilerinden geçmiş kimselerdir. Seviyeleri bakımından vakıf oldukları sırlar dolayısıyla daimi bir şaşkınlık/hayret içerisindedirler. Bu kişileri sadece ibadet ile meşgul olan melekler, yani Kerrubiyyünler, ile aynı seviyede görebiliriz. Bu meleklerin “İbadet ettiklerinden dolayı Hz. Adem’in yaradılışından dahi habersiz oldukları” söylenmektedir. İşte bu tabakadaki sırra vakıf olanların halleri de böyledir.
Bu tabaka kainatın, bilinen ve bilinmeyen sınırları ile içerisinde bulunduğumuz sistemin, velileri daha doğrusu valileridirler. Sayıları ise 4000’dir. Savaşlarda ve kıtlıklarda onlar vesile kılınarak yardım ve bereketlilik durumları oluşur. 1. tabakadakiler gibi bilinmezler ve göz önünde değillerdir.
TABAKA DIŞINDAKİLER
Tabaka dışında olup, bilinen, göz önünde olan lakin değerli zor anlaşılan belli başlı sırlara vakıf olmuş kimseler de vardır. Hz. Hızır (AS) kıssasındaki “listesi belli olan” kişilerdir. Allah Teala’yı seven samimi kimselerdir. Bu zatlar ulaştıkları seviye bakımından yeryüzündeki bazı vakalara vesile olurlar. Onlar için yeryüzünün “çavuşları” tabirini kullanırsak hata yapmış olmayız.
Her dönem için varlık gösteren bu kimselerin sayısı 300’dür. Bu topluluğa “ahyar” denir.
Bunların 40’ına “ebdal” denir.
Bunların 7’sine “budela” denir.
Bunların 4’üne “evtad” denir.
Bunların 3’üne “nukaba” denir.
Bunlardan 1’ine “kutub” ya da “gavs” denir.
Bu topluluk birbirini bilmektedir. Uğraşlarında birbirleriyle istişare içerisindedirler.
Muhiddin Arabi (KSH) Fütuhat-ı Mekke’de şöyle demiştir:
“Yüce Subhan Hakk Teala; yeryüzünü yedi kıtaya ayırmıştır. Has kullarından da yedi kimseyi ayırmıştır. Bunların adını da “ebdal” koymuştur. Her kıtanın varlığını da, bu yedi kişinin biri korur.
Ben Mekke Haremi’nde onlarla konuştum. Ben onlara selam verdim, onlar bana selam verdiler. Kendileri ile konuştum. Gördüklerim arasında, onlardan daha güzelini görmedim. Allah ile, onlardan daha fazla meşgul olanını görmedim…” – Fütuhat-ı Mekkiye – Bab: 198- Fasıl 300.
Burada önemli bir not düşmek istiyorum. Muhiddin Arabi’nin yaşadığı yıllar 1165 – 1240. Vikingler’in buzul denizlerinden 1000 yılında Amerika’ya gittiği iddiaları ve resmi tarihte yer alan Portekizli Infante Dom Henrique de Avis (1394–1460) ile başlayan keşif dönemini düşünürsek kafamızdaki, latifeli tabir ile, devrelerin yanması gerekmektedir.
Tabaka dışı olan yani göz önünde olup bilinenler, üç tabakadaki kişiler önem arz etmektedirler. Onlar için yeryüzündeki Hz. Muhammed (SAV) efendimizin halifeleridir diyebiliriz. Bu duruma bir örnek verelim.
Türk kavimlerinin dönem itibariyle en güçlü yöneticisi “Başbuğ” kabul edilir. Aynı şekilde yazılı olmayan bu kural gibi İslam medeniyetinin de dönem itibariyle en güçlüsü Medine İslam Devleti kabul edilir. Yöneticisi/yönetici divanı da İslam Hukuku’nun uygulanmasını sağlar. Osmanlı İmparatorluğu da böyle bir devlettir. Bunu hem halk hem de sultanlar dile getirmiştir.
Halifelik şahsa özgü değildir, bir cemiyet yani istişare kuruluyla da halifelik devam edebilir. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu’nu incelediğimizde Fatih Sultan Mehmet Han’ın beşeri kuvveti yani yaptırım gücünü, Akşemsettin Hazretleri’nin de manevi gücü tahakkuk ettiğini görmekteyiz. İşte burada da bahsettiğimiz “çavuşluk” ve “halifelik” görevleri üst düzey devlet adamlarının nezdinde görev dağılımına tabi olmuştur. Fiziki kalkan padişahın, manevi kalkan ise Şeyhülislam/Sultan Hocası’ndadır.
Allah Teala’nın nimetiyle bu zatların değerlerini anlayıp, gözleri önündeki bu zatların dediklerinden manalar çıkartanlar vardır. Bu değerli kişilere önem verip takvalarını yükseltmede bir vesile görerek onların dizinin dibinde bulunanlara “mürid” denir. Müridler, bu değerli zatlarla beraber hayır işlerine imza atarlar. İslam’ın isar ve infak kaidesi doğrultusunda hizmet ederler.
KERAMET SALAHİYETLERİ VARDIR
Allah Teala’ya olan muhabbet ile sırra vakıf olan, beşeri hayatı elinin tersiyle itenlerin Allah vergisi ile sergiledikleri kerametler vardır. Yine bir menkıbe ile konuya açıklık getirelim.
“Çarşı esnafı cuma öncesi son hazırlıklarını yaptıktan sonra namazı eda için camiye giderler. Somuncu Baba da cemaat arasındadır. Namaz sonrası esnaf üyeleri, bir araya geldiklerinde Somuncu Baba’nın cuma namazı çıkışında kendilerine söyledikleri hayırlı nasihatları paylaşmak için sohbette söz aldıklarında şaşkın bir hale bürünürler. Zira cuma namazı kılındıktan sonra caminin farklı kapılarından çıkan kişilerin her biri, Somuncu Baba’nın kendi çıktıkları kapıdan çıktığını ve ondan nasihat aldıklarını dile getirmektedir…”
Bu tür durumları anlamakta zorlananlara bilim cephesinden bir örnek verelim. Albert Einstein ve E=mc² formülünü gözden geçirmenizi öneriyorum. Ama yine de birkaç şey yazmak lazım geliyor. Fiziğim kötü, hatam var ise lütfen uyarın. E burada enerjiyi, M kütleyi, c² ise ışık hızını temsil etmektedir. Kısa özetle kütle enerji olmanın yolunu bulursa, ışık hızında hareket edebilir. Bu durum aynı zamanda cismin kütlesi artarsa, yani katı hale gelirse, enerji durumundan çıkarsa hızı da düşer.
Bu değerli zatların ilim irfan yaydıkları dergah denilen mekanlardaki çile haneleri gözünüzün önüne getirin. Alimler ve müridler, zaman zaman ya da çoğu zaman çilehanelere girerek o dar alanda, uzun günler sadece ibadet ederek, açlık çekerek manen ve madden katı kütle halinden enerji haline dönmekteler. Böylece sırra vakıf olarak farklı mertebelere yükselmekteler. Tabi yukarıdaki tabakalara herkes giriyor diye bir şey yok. Kimisi sadece kendini kurtarırken isimsiz kahraman oluyor, kimisi gözler önünde nice vesilelere imza atıyor kimisi de sadece ahiretini kurtarıyor ya da kurtaramıyor…
Buraya kadar anlatılanlardan yola çıkarsak sırra ulaşmanın ilk adımı bünyemizde! Bizler kitli bir kutu gibiyiz, kilidi açacak anahtarı keşfettiğimizde problem çözülmüş olacak. Umarım beni anlamışsınızdır 🙂
Tekrar bu başlık altındaki konuya dönecek olursak bu tabaka dışındaki zatların normal insanların yapamayacağı, olağan üstü vakaları gerçekleştirirler. Yukarıdaki örnek yeterli olacaktır diye düşünüyorum ve artık yazımı sonlandırıyorum.
SONUÇ
İslam’ın emir ve yasakları nettir. Herkesin anlayacağı şekildedir. Bu dinin zahir kısmıdır. Bir de muhabbetin yani sevginin üst seviyelere ulaşması ile anlaşılan, yukarıda bahsedilen sırra vakıf olma durumu da vardır. Bu durumun da tasavvuf ile gerçekleşmektedir. Batın cephesindeki manayı çözenler önemli mertebelere ulaşmaktadır. Kısacası takvada ilerleme ile Allah Teala’nın katında seviyeleri artmaktadır. Lakin fazla muhabbetin de ayağı kaydırdığı gerçeğini unutmamak gerek. Tarihte nice böyle kayıplar var.
Allah Teala’nın sevdiği ve O’nu çok seven kullarının hangi mertebelerde olduklarını ve ne gibi yetilerle donatıldıklarından şimdi az çok biliyorsunuz. Bundan sonra çevrenizdeki insanlara karşı daha temkinli yaklaşacağınızı düşünüyorum, sağda solda hakkında konuşulan alimlere bakışınız da değişecektir.
Bir sonraki yazıda medeniyetimizin son dönem büyük değerli şahsiyetlerinden Saidi Nursi’nin, Hayat Tabakaları açıklamasını sizlere aktarmak istiyorum. Birkaç gündür “tabaka”/”takva”/”seviye” bilgilerine rastlamaktayım. Bu rastlantılar tesadüf eseri olamaz dedim ve bu yazı silsilesine başladım.
Kaynak:
İstanbul ve Anadolu Evliyaları, Sabri Yılmaz, Huzur Yayınevi, İstanbul, 1992.
Sorularla İslamiyet

0 comments :