İnanın veya inanmayın, 5 duyu
ile algılayamadığın nice vakalara şahitlik ettin ya da okudun. İşte bu yazıda
bu vakalara vesile olanları tanıyacaksın.
Bireyler
olarak nasıl bazı şahsi sırlarımız var ise içerisinde yaşadığımız bu dünyanın
ve dünyanın içerisinde olduğu evrenin de tespit edilemeyen sırları vardır.
Bizler fennin, yani bilimin, gelişmesi ile bazı sırlara vakıf oluyoruz.
Binlerce yıl önce dile getirilen ama o zaman düz anlamıyla idrak edilen
cümleleri bugün muhtevası da dahil olmak üzere daha iyi anlıyoruz. Kur’an’daki
ayetler bu duruma bir örnek olarak gösterilebilir.
Her
dönem içerisinde, en başından beri, yukarıda dile getirilen sırlara herhangi
bir aracı gerekmeden vakıf olmuş kişiler bulunmaktadır. Bu kişileri bizler
bilemeyiz, kendileri gizlenmişlerdir. Ancak “sanı” üzerine bazı söylemler
yapabiliriz… Peki, İslam’ın nezdinde bu kişiler nasıl açıklanıyor?
Abdurrahman
Cami’nin (d. 18 Ağustos 1414- ö. 19 Kasım 1492) yazdığı ve Lamii
Çelebi’nin (d. 1472 – ö. 1533) çevirisi ile günümüze ulaşan Nefahat’ta
Allah dostu yani Evliyaullah, 3 tabakada sınıflandırılır.
TABAKALAR
- Tabaka: Bilinmeyen sır taşıyıcıları.
Bu
tabakadaki seviyeyi izah için bir hadis ve bir menkıbeyi sizlere aktaracağım.
– 1.
tabaka için hadis:
Hz.
Muhammed (SAV) Efendimiz’e, Allah Teala’nın “Veli kullarım, kubbelerim
altındadır. Onları, Ben’den başkaları bilmez.” demiştir – Hadis (Raviyi bulamadım)
– 1.
tabaka için menkıbe:
“Birgün Hz. Mevalana (RA) yine bir gün sohbet halkasında
vaaz verirken, halkaya Hz. Hızır (AS) katılır. Vaaz o kadar güzeldir ki Hz.
Hızır (AS) “Ne kadar güzel anlatıyorsun, bu güzelliklere tanık olmuş olmalısın”
şeklinde bir cümle ile sohbete ortak olur.
Lakin bu esnada onu rahatsız eden bir durum gerçekleşir. Hz.
Hızır (AS) yanındaki kişinin kısık sesle horlayarak uyuduğunu fark eder. Bunu
bir saygısızlık olarak addederek onu uyanması için dürter. Horlayan şahıs
gözlerini kısık bir şekilde açarak Hz. Hızır’a (AS) bakar ve yeninden aynı hale
geçer, horlayarak uyumaya devam eder. Hz. Hızır (AS) o adamı yeniden dürter.
Horlayan şahıs gözlerini yine kısık bir şekilde açarak Hz. Hızır’a (AS) bakar.
Ve yeniden horlama eşliğinde uykuya dalar.
Hz. Hızır (AS) bu dürtme işlemini üçüncü kez ve sert bir
şekilde yaptığında o sohbet halkasındaki adam Hz. Hızır’a (AS) yaklaşarak kısık
bir ses tonu ile “Eğer bir daha beni dürtersen senin Hızır olduğunu buradaki
herkese söylerim” der…”
Bu durum üzerine şaşırıp Allah Teala’ya “Yarabbi senin bana
verdiğin sırra vakıf olan kullarının listesinde bu zatın adı yok” diye soran
Hz. Hızır (AS) “Sana, beni seven kullarımın listesini verdim. Sendeki
listede benim sevdiklerim yok” cevabını
alır.
İşte
birinci tabakadakiler için “Allah’ın varlığında yok olmuş” kimselerdir
diyebiliriz. Allah Teala’nın hazinesindeki kıymetli varlıklardır bu
tabakadakiler. Bu kimselerin vasıtası, yani vesile kılınmaları ile de
insanların sıkıntıları giderilir.
Velhasıl
buradaki en önemli husus kim oldukları bilinmeyen, unutulan ve bazı sanılar
üzerine tanım yapılan bu şahıslar, vesile kılınarak insanlara yardım ederler.
- Tabaka: Göz önündeki sır taşıyıcılarıdırlar.
Dış
görünüş ve hayatı idame ettirme bakımından normal bir insandan asla farklılık
sergilemezler. Lakin çevrelerini hal ve hareketleriyle doğruya yönlendirme
işlemini yapmaktadırlar.
İyi
huylu, yalan söylemeyen, kavgacı olmayan, bardağın boş tarafını görüp dolu
tarafını bir kazanım sayan, işlerinde aynı normal insanlar gibi “Allah rızası
ve sevab gözetimi” için yapan kimselerdir bunlar. Konuştuklarında dikkat
çekici, akıl karıştıran ve profillerini belli edecek karmaşık cümleler
kurmazlar ki açığa çıkmasınlar. Haliyle ne mucize ne de benzeri bir olanüstülük
durum göstermezler.
Bu
tabakadakiler, insanlara doğru yola yönelmelerinde birer işarettirler. İnşallah
sizler de bu zatları görenlerden olursunuz
- Tabaka: Kendini dahi bilmeyen sır taşıyıcıları.
Allah’a
olan sevgi ve ibadetten dolayı kendilerinden geçmiş kimselerdir. Seviyeleri
bakımından vakıf oldukları sırlar dolayısıyla daimi bir şaşkınlık/hayret
içerisindedirler. Bu kişileri sadece ibadet ile meşgul olan melekler, yani
Kerrubiyyünler, ile aynı seviyede görebiliriz. Bu meleklerin “İbadet
ettiklerinden dolayı Hz. Adem’in yaradılışından dahi habersiz oldukları”
söylenmektedir. İşte bu tabakadaki sırra vakıf olanların halleri de böyledir.
Bu
tabaka kainatın, bilinen ve bilinmeyen sınırları ile içerisinde bulunduğumuz
sistemin, velileri daha doğrusu valileridirler. Sayıları ise 4000’dir.
Savaşlarda ve kıtlıklarda onlar vesile kılınarak yardım ve bereketlilik
durumları oluşur. 1. tabakadakiler gibi bilinmezler ve göz önünde değillerdir.
TABAKA DIŞINDAKİLER
Tabaka
dışında olup, bilinen, göz önünde olan lakin değerli zor anlaşılan belli başlı
sırlara vakıf olmuş kimseler de vardır. Hz. Hızır (AS) kıssasındaki “listesi
belli olan” kişilerdir. Allah Teala’yı seven samimi kimselerdir. Bu zatlar
ulaştıkları seviye bakımından yeryüzündeki bazı vakalara vesile olurlar. Onlar
için yeryüzünün “çavuşları” tabirini kullanırsak hata yapmış olmayız.
Her
dönem için varlık gösteren bu kimselerin sayısı 300’dür. Bu topluluğa “ahyar”
denir.
Bunların 40’ına “ebdal” denir.
Bunların 7’sine “budela” denir.
Bunların 4’üne “evtad” denir.
Bunların 3’üne “nukaba” denir.
Bunlardan 1’ine “kutub” ya da “gavs” denir.
Bunların 40’ına “ebdal” denir.
Bunların 7’sine “budela” denir.
Bunların 4’üne “evtad” denir.
Bunların 3’üne “nukaba” denir.
Bunlardan 1’ine “kutub” ya da “gavs” denir.
Bu
topluluk birbirini bilmektedir. Uğraşlarında birbirleriyle istişare
içerisindedirler.
Muhiddin
Arabi (KSH) Fütuhat-ı Mekke’de şöyle demiştir:
“Yüce Subhan Hakk Teala; yeryüzünü yedi kıtaya ayırmıştır.
Has kullarından da yedi kimseyi ayırmıştır. Bunların adını da “ebdal”
koymuştur. Her kıtanın varlığını da, bu yedi kişinin biri korur.
Ben Mekke Haremi’nde onlarla konuştum. Ben onlara selam
verdim, onlar bana selam verdiler. Kendileri ile konuştum. Gördüklerim
arasında, onlardan daha güzelini görmedim. Allah ile, onlardan daha fazla
meşgul olanını görmedim…” –
Fütuhat-ı Mekkiye – Bab: 198- Fasıl 300.
Burada
önemli bir not düşmek istiyorum. Muhiddin Arabi’nin yaşadığı yıllar 1165 –
1240. Vikingler’in buzul denizlerinden 1000 yılında Amerika’ya gittiği
iddiaları ve resmi tarihte yer alan Portekizli Infante Dom Henrique de Avis
(1394–1460) ile başlayan keşif dönemini düşünürsek kafamızdaki, latifeli tabir
ile, devrelerin yanması gerekmektedir.
Tabaka
dışı olan yani göz önünde olup bilinenler, üç tabakadaki kişiler önem arz
etmektedirler. Onlar için yeryüzündeki Hz. Muhammed (SAV) efendimizin
halifeleridir diyebiliriz. Bu duruma bir örnek verelim.
Türk
kavimlerinin dönem itibariyle en güçlü yöneticisi “Başbuğ” kabul edilir. Aynı
şekilde yazılı olmayan bu kural gibi İslam medeniyetinin de dönem itibariyle en
güçlüsü Medine İslam Devleti kabul edilir. Yöneticisi/yönetici divanı da İslam
Hukuku’nun uygulanmasını sağlar. Osmanlı İmparatorluğu da böyle bir devlettir.
Bunu hem halk hem de sultanlar dile getirmiştir.
Halifelik
şahsa özgü değildir, bir cemiyet yani istişare kuruluyla da halifelik devam
edebilir. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu’nu incelediğimizde Fatih Sultan Mehmet
Han’ın beşeri kuvveti yani yaptırım gücünü, Akşemsettin Hazretleri’nin de
manevi gücü tahakkuk ettiğini görmekteyiz. İşte burada da bahsettiğimiz
“çavuşluk” ve “halifelik” görevleri üst düzey devlet adamlarının nezdinde görev
dağılımına tabi olmuştur. Fiziki kalkan padişahın, manevi kalkan ise
Şeyhülislam/Sultan Hocası’ndadır.
Allah
Teala’nın nimetiyle bu zatların değerlerini anlayıp, gözleri önündeki bu
zatların dediklerinden manalar çıkartanlar vardır. Bu değerli kişilere önem
verip takvalarını yükseltmede bir vesile görerek onların dizinin dibinde
bulunanlara “mürid” denir. Müridler, bu değerli zatlarla beraber hayır işlerine
imza atarlar. İslam’ın isar ve infak kaidesi doğrultusunda hizmet
ederler.
KERAMET SALAHİYETLERİ VARDIR
Allah
Teala’ya olan muhabbet ile sırra vakıf olan, beşeri hayatı elinin tersiyle
itenlerin Allah vergisi ile sergiledikleri kerametler vardır. Yine bir menkıbe
ile konuya açıklık getirelim.
“Çarşı esnafı cuma öncesi son hazırlıklarını yaptıktan sonra
namazı eda için camiye giderler. Somuncu Baba da cemaat arasındadır. Namaz
sonrası esnaf üyeleri, bir araya geldiklerinde Somuncu Baba’nın cuma namazı
çıkışında kendilerine söyledikleri hayırlı nasihatları paylaşmak için sohbette
söz aldıklarında şaşkın bir hale bürünürler. Zira cuma namazı kılındıktan sonra
caminin farklı kapılarından çıkan kişilerin her biri, Somuncu Baba’nın kendi
çıktıkları kapıdan çıktığını ve ondan nasihat aldıklarını dile getirmektedir…”
Bu tür durumları
anlamakta zorlananlara bilim cephesinden bir örnek verelim. Albert Einstein ve
E=mc² formülünü gözden geçirmenizi öneriyorum. Ama yine de birkaç şey yazmak
lazım geliyor. Fiziğim kötü, hatam var ise lütfen uyarın. E burada enerjiyi, M
kütleyi, c² ise ışık hızını temsil etmektedir. Kısa özetle kütle enerji olmanın
yolunu bulursa, ışık hızında hareket edebilir. Bu durum aynı zamanda cismin
kütlesi artarsa, yani katı hale gelirse, enerji durumundan çıkarsa hızı da
düşer.
Bu
değerli zatların ilim irfan yaydıkları dergah denilen mekanlardaki çile
haneleri gözünüzün önüne getirin. Alimler ve müridler, zaman zaman ya da çoğu
zaman çilehanelere girerek o dar alanda, uzun günler sadece ibadet ederek,
açlık çekerek manen ve madden katı kütle halinden enerji haline dönmekteler.
Böylece sırra vakıf olarak farklı mertebelere yükselmekteler. Tabi yukarıdaki
tabakalara herkes giriyor diye bir şey yok. Kimisi sadece kendini kurtarırken
isimsiz kahraman oluyor, kimisi gözler önünde nice vesilelere imza atıyor
kimisi de sadece ahiretini kurtarıyor ya da kurtaramıyor…
Buraya
kadar anlatılanlardan yola çıkarsak sırra ulaşmanın ilk adımı bünyemizde!
Bizler kitli bir kutu gibiyiz, kilidi açacak anahtarı keşfettiğimizde problem
çözülmüş olacak. Umarım beni anlamışsınızdır
Tekrar
bu başlık altındaki konuya dönecek olursak bu tabaka dışındaki zatların normal
insanların yapamayacağı, olağan üstü vakaları gerçekleştirirler. Yukarıdaki
örnek yeterli olacaktır diye düşünüyorum ve artık yazımı sonlandırıyorum.
SONUÇ
İslam’ın
emir ve yasakları nettir. Herkesin anlayacağı şekildedir. Bu dinin zahir
kısmıdır. Bir de muhabbetin yani sevginin üst seviyelere ulaşması ile
anlaşılan, yukarıda bahsedilen sırra vakıf olma durumu da vardır. Bu durumun da
tasavvuf ile gerçekleşmektedir. Batın cephesindeki manayı çözenler önemli
mertebelere ulaşmaktadır. Kısacası takvada ilerleme ile Allah Teala’nın katında
seviyeleri artmaktadır. Lakin fazla muhabbetin de ayağı kaydırdığı gerçeğini
unutmamak gerek. Tarihte nice böyle kayıplar var.
Allah
Teala’nın sevdiği ve O’nu çok seven kullarının hangi mertebelerde olduklarını
ve ne gibi yetilerle donatıldıklarından şimdi az çok biliyorsunuz. Bundan sonra
çevrenizdeki insanlara karşı daha temkinli yaklaşacağınızı düşünüyorum, sağda
solda hakkında konuşulan alimlere bakışınız da değişecektir.
Bir
sonraki yazıda medeniyetimizin son dönem büyük değerli şahsiyetlerinden Saidi
Nursi’nin, Hayat Tabakaları açıklamasını sizlere aktarmak istiyorum. Birkaç
gündür “tabaka”/”takva”/”seviye” bilgilerine rastlamaktayım. Bu rastlantılar
tesadüf eseri olamaz dedim ve bu yazı silsilesine başladım.
Kaynak:
İstanbul ve Anadolu Evliyaları,
Sabri Yılmaz, Huzur Yayınevi, İstanbul, 1992.Sorularla İslamiyet
0 comments :
Yorum Gönder